NE, NEDİR? NE DEĞİLDİR?

Bizler, bazen bildiklerimizi tam olarak öğrenmiş olduğumuzdan kuşkumuz bulunduğunda, bazen zekâmıza güvenimiz olmadığında, çoğu zaman da tembelliğimizden bildiklerimizi sorgulamaktan kaçınırız.

Sorgulamaya kalkan olduğunda da, eğer konuyu diğerlerinden daha iyi bildiğimizi sanıyorsak-hele akademisyensek-şimdiye kadar öğrenip ezberlediğimiz şimdi de öğretmeye başladığımızın dışındaki düşünce şeklini kabullenemez; yapılmakta olan savın her adımında araya girerek gidişin yanlışlığını göstermeye çalışır, sonuna kadar dinleme tahammülünü bile göstermeyiz.      

Ayrıca; ezberlediklerimizin ya da daha doğru deyişle bize ezberletilenlerin dışına çıkmak, bize bazen haddini bilmezlik, bazen de bilgiçlik taslamak gibi gelir. Oysaki; bir konuya kafa yormak, o konunun kafa yorulan haldeki belki de bir “ilki”dir. Elbette içinde bazı acemilikleri barındıracaktır. Ancak, sorulacak sorulara cevap veremeyecek olmak düşüncesi üstümüze bir karabasan gibi çöker. Savda bulunmak bir yana düşünmekten bile vaz geçebiliriz.

Halbuki, tembelliğimizden sıyrılıp zekâmızı küçümsemeden, öğrenmiş olduklarımızı araştırmacı kimliği ile bir daha gözden geçirsek, hele bir de ezberlediklerimizin dışında diye başkasına ait düşünceleri söndürmeye çalışmasak, öğrenmiş olduklarımızda atlanmış kim bilir ne boşluklar bulacak ya da bulunmasına yardım etmiş olacağız. Belki de boşlukların bir kısmını kendimiz dolduracağız da.

Ben anlatacağım konular ile ilgili olarak üst seviyede bir eğitim almadım; lise tahsili üzerine kendi mesleğim için aldığım 4 yıllık eğitimim var. Ancak; karşılaştığım olayların çözümünde kullanılan bulguları sorguladım. İşte bu sorgulamalarımdan elde ettiklerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Niyetim sizlere bir şeyler öğretmekten ziyade, anlattığım konulardaki gösterdiğim bulgularla sizleri de düşünmeye ve sorgulamaya sevk etmektir. Zira doğru bulgulara ulaşmak ve bunları arttırmak için fazla zamanımız yok; düşünenler ve sorgulayanlar çoğalmalıdır.

Önce; ilginizi çekmek için, her zaman karşılaştığınız ve oluşumunu merak ettiğiniz fakat gösterilen çözümüne şüphe ile baktığınız doğa olaylarından, sizleri sorgulamaya alıştırmak için de, bu olaylara bu güne kadar bakılması gözden kaçmış açılardan bakarak başlayacağım.

Bunlar; çöl nedir, nasıl oluşur, oluşması engellenebilir mi, çöller Dünya’nın nerelerindedir, oluşmuş olan çöl bölgeleri başlangıçtaki durumlarına döndürülebilir mi? Hücre çekim/ yüzey çekim nedir, nedendir? Piramitler nedir, kimler tarafından ne için nerede ve nasıl inşa edilmişlerdir, inşa edilme maksatları neden gizlenmiştir, bu gizleme ne şekilde sağlanmıştır, inşa edilme amaçlarına uygun sonuç alınmış mıdır? Deprem nedir, nasıl oluşur, şiddeti neye bağlıdır, engel olunabilir mi, önceden haberdar olunabilir mi? Küresel ısınma nedir, Isınma ne zamana ve ne dereceye kadar sürecektir, küresel ısınma Dünya’daki yaşamı ne şekilde etkileyecektir, ısı artışına engel olunabilir mi? Gibi konulardır.     

Ayrıca, zaman birimleri ve çekirdek fiziğindeki adlandırmaların nasıl olması gerektiği hakkındaki düşüncelerimi söyleyeceğim.                        

Sonra, sizleri sorgulamaya alıştırmış ve konulara olması gereken açılardan bakmaya ısındırmışken biraz daha ilimsel olan konular ile devam edeceğim. Bu konular da şimdilik şunlardır:
Çekim nedir, cisimler birbirlerini neden çekerler, çekim gücü ne kadardır?
Proton ve nötron nedir, ağırlıkları ne kadardır?                                                         

Kabuk nedir, nasıl oluşur, hangi cisimler kaç kabukludur?
Işık nedir, nasıl oluşur, hızı ne kadardır, neden?
Toz bulutu, gök taşı, gök cismi, uydu(uyuç), gezegen(soğuk kütle), yıldız (yanar kütle), kara delik(yoğun kütle), dev(en yoğun kütle) nedir?
Galaksi(Dev ailesi) nedir, neden düzlemseldir?
Gök cisimleri neden kendi etraflarında ve birbirleri etrafında dönerler, dönme hızları neye bağlıdır, Ay neden kendi etrafında dönmez, ya da biz onu dönmüyor sanırız ?
Gezegenlerin ekseni nedir, neden ve ne kadar eğiktir?
Astroit kuşağı nedir, nerededir, neden?
Radyo aktiflik(birey atım) nedir, alfa, beta gamma ışınları nelerdir, neden canlılar için öldürücüdürler, onlardan nasıl korunulur?
Son olarak da Evren nedir, Evren’i oluşturan nedir, Evren’i oluşturanın özellikleri nedir, bu özelliklerin ana çeşitlemeleri nedir?
Evet, başlıyorum:

PROTON VE NÖTRON                                                                           

        Evren’in nüvesi ÖZ dür ve tümü elektrik enerjisi olan küresel bir bireydir. ÖZ her küresel elektrik enerjisi gibi kendi etrafında döner. Bu dönüşü O’na fazla elektrik yükler. Taşıyamayacağı miktara geldiğinde bu fazla yükü kendinden uzaklaştırır. Dönüsüne devam ettiği için, yeniden fazla elektrik yüklenir ve yeniden fazla elektriği atar. Böylece manyetik akı yaymış olur.

        Aralıklı manyetik alan yaymaları, ÖZ’leri yarı güçlü yapar. Bu yarı güçleri ile rastlaştıklarında diğer ÖZ lere yanaşarak ikizleşirler. Elektriksel bireylerin yanaşımları yapışma değildir; birbirlerinin mutlak manyetik alanının sınırına kadar yaklaşarak orada çekimli kalırlar. İkiden fazla birey bir araya gelemez. Çünkü iki tanesi bir araya gelince ikizleşirler. İkizleştikten sonra aralıksız manyetik alan yaydıklarından, aralıklı manyetik alan yayan bireylerle uyuşamaz, onları ret ederler.

        İkizleşen ÖZ(öziz) ler birbirlerine yakın olduklarında birbirlerini çekerek birbirlerine yanaşırlar. 13 adedinin bir araya gelerek tam grup(13 lük) oluşturmaları halinde ise başka ÖZ kabul edemezler. Bu tam gruplar “e” adı verilen birimlerdir. Bunlar da sadece ikizlenebilirler,  İkizleştiklerinde “e ikizi” olarak elektron adını alırlar.

        Elektronların 13 adedinin bir araya gelerek oluşturdukları bireylikler fizik ilmi tarafından proton veya nötron olarak adlandırılmış BİREYlerdir.         

        Atomun çekirdeğini oluşturan Proton ve Nötron aynı şeydir. Onlar, bir ikizin bireyleridir. Teker teker adları bireydir. Elemanları 13 e tamamlanmış her öbek “birey” adını almaktadır. Ancak; bu bireyler, üç kabuklu atomların yani Dünya’mız elementlerini oluşturan atomların bünyesindeki çekirdeklerin elemanları olarak bulunan bireylerdir. Bu nedenle; İkizleşmiş haldekinin (pronötron) tam adı “üç kabuklu atomun birey ikizi”dir.

        Fizik ilmi, çekirdek içinde rastladığı, gerçekte bir ikizin parçaları olan bu bireylerin her birine bir isim verme ihtiyacı duymuş; bunların güçlerinin ölçümü anında, o an manyetik alan yaymış olanını proton, manyetik alan yaymak için sırasını bekleyeni nötron olarak adlandırmış, ağırlıklarını da doğruya yakın değerlerde saptamıştır. Nötronun ağırlığının protondan fazlalığı, protonun yaymış olduğu bir elektronluk elektriğin yarattığı manyetik alanın çekim gücü kadardır. Bu da 1 proton veya nötronun çekim gücünün 1/1836 sı değerindedir.

Proton ve nötron(asıl adlarıyla “birey”), üç kabuklu birit(atom)in çekirdeğinde birbirine ikizlenmiş olarak yer alır. Üç kabuklu atomun, yani Dünyamız elemenlerinin atomunun “birey”i, 1872 (12x12x13)adet uyuç(elektron)tan, her uyuç da 13 adet ÖZ den oluşmuştur. ÖZ den daha küçük parçacık yoktur. O en küçük parçacıktır. Uyuç olarak görev yaptığında, e bağımsız (daha büyük bir bireyin içinde olmayan) olduğundan merkez ÖZ’ü ikinci bir maskelemeye uğramaz. Bu nedenle; uyucun elektriksel gücü 13 ÖZ’lük olur.

İlk ÖZ’ün nasıl oluştuğu hakkında bir varsayım yok, Sonraki ÖZ’ler, madde dışında yani uzay(boşluk) da bulunan maddelerin(dev, karadelik, yıldız, gezegen, gök taşı, toz bulutu ve çeşitli büyüklükteki atom altı parçacıklar) hareketleri sırasındaki manyetik alanlarının birbirleri ile kesişmeleri ve dönülerinin kazandırdığı fazla elektriğin bir atom altı parçacık büyüklüğüne ulaşması ile oluşurlar. Madde içinde ise; üst üste bulunan milyarlarca ikit(molekül) lerin birbirlerini çekimi nedeniyle oluşan olağanüstü basıncın yarattığı “ısı enerjisi” nin enerji kimlikleri olarak oluşurlar. Bu enerjiler elektriktir. Bu elektrik enerjileri yarattıkları manyetik alanları ile birbirlerini çekerler. Bu çekim birbirlerinin mutlak manyetik alan sınırına kadardır. Bu sınıra kadar gelerek yanaşımlı kalırlar.        

Bir tanesinin etrafında 12 tanesi yanaşımlı olunca bir üst birey oluşur. Bu birey “Uyuçluk” tur. Uyuçluklar birbirlerine rastladıklarında birbirlerine yanaşarak ikizleşirler. O zaman adı uyuç (elektron) olur. Uyuçların 13 adedi birbirine yanaşınca “Er” olur. Bir Er’in çevresini 12 adet Er’in kaplaması bir kabuk oluşturmak gibidir. Bu ilk 13lenme yani birinci kabuktur. Er’ler ikizlenir “eriz” olur. 13 erizden “Ere” olur. Bu ikinci kabuktur. Ere’ler ikizleşir “Erez” olur. 13 erezden “Erek” olur. Bu üçüncü kabuktur. Erek proton veya nötron demektir. Erek’ler ikizleşir “Erekiz (pronötron) olur.

1’den 155[(12×13)-1)]e kadar erekizlerin her birinin çevresine her erekiz için bir adet olarak uyuç(elektron)lar yanaşınca Birit(atom) meydana gelir. Biritler ikizleşerek İkit(molekül)leri, ikitler de yanaşarak “eşküme (element)leri, eşkümeler de bileşerek veya karışarak maddeyi oluşturur.

Anlaşıldığı gibi, Birit(atom)’in çekirdeğini oluşturan erekiz(pronötron), proton ve nötronun ikizlenmiş halidir.

ATOM İÇİ VE ATOM DIŞI

TÜM KÜTLELERİN

BİRBİRİNİ ÇEKİMİ

1.         GİRİŞ                                                                                                          

KÜTLELERİN BİRBİRİNİ ÇEKİMİ KURALI, Evren’in en önemli fizik kuralıdır; maddeyi oluşturur, Evren’i kurar ve işletir. Bu nedenle; bu konuda ortaya konan kuralın sebep ve sonuç ilişkilerinin tam olarak açıklığa kavuşturulmuş olması gerekir. Ayrıca, kuralı özümleyen formülden de her durumda doğru sonuç alınması beklenir.                                               

Bir elektromanyetizma olayı olan çekimi, manyetik akı yaratır. Bu nedenle; öncelikle manyetik akının ne olduğunun, nasıl oluştuğunun, ne şekilde ve ne güçle yayıldığının açıklanması, sonra da manyetik akının çekimi nasıl ve ne kuvvetle sağladığının belirtilmesi gerekir. 

2.         ÖZET:                                                                                                                            

            Elektronların dönüşleri nedeniyle elektrik ürer. Üreyen elektrik, elektronlar üzerinde birikir. Biriken elektrik, taşınamayacak bir atom altı parçacık olunca, önce elektronlar tarafından, sonra da atomlar tarafından kendilerinden uzaklaştırılır. Bu yüzden kütlenin dışında kalan, fakat kütlenin güçlü çekimi nedeniyle kütleyi terk edemeyen bu atom altı parçacıklar, tek sıralı olarak birbirlerine yanaşıp kütle etrafında manyetik kabuk oluştururlar. Yeni oluşan her kabuk bir öncekini iter. Böylece manyetik kabuklar çevreye doğru yayılır.Birbirine kenetli kabuklardan oluşan bu yayılım, manyetik akıdır.

         İki kütle birbirinin manyetik etki alanına girince, karşılaşan kabukların içlerindeki karşılıklı olan atom altı parçacıkların, manyetik alanları birleşirler. Böylece kabuklar birbirlerine yanaşırlar. Tüm kabuklar birbirine kenetli, ilk kabuklar da kütlelerine çekimli olduklarından kütleler de birbirlerine yanaşmış olurlar. Bu, kütlelerin birbirini çekimidir.         

          Birbirinin manyetik etki alanına giren iki kütleden kütle değeri büyük olan; çeken(birinci) kütle, kütle değeri daha küçük olan çekilen(ikinci) kütledir. Çekim, çeken kütlenin merkezi ile çekilen kütlenin yakın kenarı arasında olduğundan, çekime esas mesafe; çeken kütlenin merkezi ile çekilen kütlenin yakın kenarı arasıdır. L1=L+R1 (L=İki kütlenin yakın kenarları arasındaki mesafe)

2.1.    Çekilen kütle(m2),kütle değerini kendisine uygulanan çekimden alır. Ayrıca;çekim, çekilen kütleninmanyetik akı kabuklarındaki atom altı parçacıklarının miktarı kadar olur. Bu nedenle; çekimin birinci unsuru çekilen kütlenin kütle değeridir.

2.2.    Küresel kütlenin yüzeyinden yayılan manyetik akı kabukları 4pR2 lik alana sahiptir. Kabuklardaki atom altı parçacık adedi, sonsuz mesafeye kadar aynıdır. Kütlenin yüzeyinden kütlenin yarıçapının n katı kadar uzaklaşmış olan bir küresel manyetik akı kabuğunun alanı ise, n2 kadar büyüyerek 4pn2R2 olur. Bu nedenle; uzaklaşmış her kabuğun, ilk kabuk alanı kadar kısmında, ilk kabuğun 1/n2 si kadar parçacık bulunur. Yani; uzaklaşmış kabuktaki manyetik kuvvet 1/n2 kadar seyrelir. n1=L1/R1 olduğundan seyrelme yani çekim kuvveti azalımı “R12/L12“ oranında olur. Çekimin ikinci ve son unsuru da bu oran dır.

2.3.    Sonuç olarak; kütleler ürettikleri manyetik akılarıile birbirlerini çekerler. Çekimin kuvvetini(F) küçük kütlenin kütle değeri(m2) ile büyük kütlenin mesafeye bağlı kuvvet değişikliği(R12/L12) belirler.Çünkü, çekilen kütleye kütle değerini veren, kendisine bitişik iken çeken kütlenin çekim kuvvetinin kendisidir. Mesafe değiştikçe çeken kütlenin çekim kuvveti, çekilen kütlenin kütle değeri olmayı, bu oran ile sürdürmektedir. F=m2R12/L12. Bu, KÜTLELERİN BİRBİRİNİ ÇEKİMİ KURALIdır.                           

Kuralın tam ifadesi şudur: KÜTLELERİN BİRBİRİNİ ÇEKİM KUVVETİ; KÜÇÜK KÜTLENİN KÜTLE DEĞERİ VE BÜYÜK KÜTLENİN YARIÇAPININ KARESİ İLE DOĞRU, BÜYÜK KÜTLE MERKEZİ İLE KÜÇÜK KÜTLE YAKIN KENARI ARASINDAKİ MESAFENİN BÜYÜK KÜTLENİN YARIÇAPI CİNSİNDEN İFADESİNİN KARESİ İLE TERS ORANTILIDIR. F=m2R12/L12

3.         İRDELEME:                                                                                                   

Her kütlenin atomlarındaki merkez(çekirdek içi) elektronları kendi etraflarında, çevre(atom içi) elektronları ise, hem kendi etraflarında hem de çekirdek çevresinde dönerler. Bu dönüşleri nedeniyle, Van de Graff jeneratörünün küresinde olduğu gibi ilâve elektrik yüklenirler. Bu ilâve elektrik, elektronların taşıyamayacağı miktara ulaşınca atom altı parçacık olarak önce elektronlar tarafından atom dışına, sonra da atomlar tarafından kütle dışına atılır.

Kütle dışına çıkan ancak kütlenin güçlü çekimi nedeniyle kütleden ayrılamayan atom altı parçacıklar, manyetik kuvvetleri ile birbirlerinden kopmayarak, kütlenin çevresinde tek sıralı bir kabuk oluştururlar. Bu, manyetik akı kabuğudur. Oluşturulan ve bir bakıma kütlenin salgısı olan her yeni kabuk bir öncekini iter. Böylece kabuklar çevreye doğru yol alırlar. Bu, manyetikakıdır.                                                                                                          

Birinin en uç manyetik akı kabuğu, diğerinin en uç manyetik akı kabuğu ile buluştuğunda, manyetik akı üreten iki kütle birbirlerinin manyetik çekim alanlarına girmiş olur. Bu durumda, bu kabukların içlerindeki karşılıklı atom altı parçacıklar, manyetik alanlarını birleştirmeye çalışarak yarıçaplarının 2√2 katı mesafeye kadar birbirlerine yanaşırlar(ikizleşirler). Birbirlerine yanaşan(ikizleşmeye çalışan) atom altı parçacık çiftinin miktarı, küçük kütlenin kabuklarındaki parçacık miktarı kadar olur. Bu, çeken kütlenin kütle değeri ne olursa olsun, çekim değeri, küçük kütlenin ürettiği manyetik akı kadar-bir bakıma kütlesi kadar– olacak demektir.               

Her kabuğun atom altı parçacıklarının manyetik alanları, karşı kabuğun atom altı parçacıklarının manyetik alanları ile daha kolay ve güçlü olarak birleşmek ister. Bu yüzden, bir öncekinden daha yoğun atom altı parçacık bulunduran bir ötedeki kabuğa yanaşır. Her defasında bir ötedekine yanaşım, ileri hareketi sürekli kılar. İşte bu, çekimdir.                   

Bu demektir ki; çekim, karşılaşan manyetik akı kabuklarının içindeki parçacıkların manyetik alanlarının birleşme çabası ile başlayan, manyetik akı kabuklarının daha sık parçacıklı olan karşı manyetik akı kabukları ile birleşmek yönünde yol alması ile devam eden bir olgudur.                        

Üreyen her kabuğun başlangıcı düz kutuplu ise bitimi ters kutuplu olduğundan, kabuklar birbirine, ilk kabuklar da kütleye çekimli olurlar.Bu nedenle, karşılıklı kabuklar birbirlerini çekerken karşılıklı kütleler de birbirlerine çekilmiş olurlar.       

Birbirinin manyetik etki alanına giren iki kütleden kütlece büyük olanı çeken, kütlece küçük olanı çekilen olur. Çeken kütlenin manyetik gücü merkezinden başlar. Çekilen kütle ise, çekimden etkilenmeye kenarından başlar. Bu nedenle; çekime esas mesafe, m1 kütlesinin merkezi ile m2 kütlesinin yakın kenarı arasıdır.                                                                 

Evren’deki tüm kütleler elektrikten ibarettir ve her kütle manyetik akı üretir. İki kütlenin birbirini çekmesi için, birbirlerinin manyetik etki alanı içinde olmaları yeterlidir.

3.1.    Çekim, etkisini çekilen kütle üzerinde göstermektedir; çekilen kütlenin edindiği değer, çekilme kuvvetinin kendisidir.Ayrıca;çekimi yaratan manyetik akı kabuklarındaki atom altı parçacıklarının ikizlenmesi küçük kütle atom altı parçacıklarının miktarı kadar olur. Yani, çekime küçük kütle tüm kuvveti ile katılır. Bu nedenle; çekilen kütle(m2) çekimin birinci unsurudur.

3.2.    Çekilen(m2)kütlenin değeri-yani çekilme kuvveti- çeken(m2)kütle ile aralarındaki mesafeye göre değişmektedir. Bu nedenle; çekimin ikinci unsuru da mesafedir. Oluşan manyetik akı kabukları kütle yüzeyinden çevreye yayılırlar. Küresel kütlenin yüzeyinden yayılan manyetik akı kabukları da küreseldir ve 4pR2 lik alana sahiptir. Kütlenin yüzeyinden kütlenin yarıçapının n katı kadar uzaklaşmış olan bir küresel manyetik akı kabuğunun alanı ise n2 kadar büyüyerek 4pn2R2 olur. Her kabuğun tüm yüzeyinde, ilk kabuktaki kadar parçacık bulunur. Ancak; uzaklaşmış kabuğun, ilk kabuk alanı kadar bölgesinde ilk kabuğun 1/n2 si kadar parçacık bulunacaktır. Yani; her uzaklaşmış kabuktaki manyetik kuvvet 1/n2 kadar seyrelir. n1=L1/R1 olduğundan seyrelme yani çekim kuvveti azalımı R12/L12 olur.

3.3.    Böylece çekim formülü F= m2R12/L12 olur.

4.       SONUÇ                                                                             

4.1.    Kütleler, bünyelerindeki atomların elektronlarının dönüşlerinin sonucu, atom altı parçacıklar üretirler. Üreyen atom altı parçacıklar birbirlerine yanaşarak kütlenin etrafında tek sıralı kabuklar oluşturur ve oluşan kabuklar birbirine kenetli olarak çevreye yayılır. Bu, manyetik akıdır.                 

4.2.    Karşılaşan manyetik akı kabuklarının içindeki parçacıkların ikizleşmeye çalışmaları ile başlayan ve manyetik akı kabuklarının daha bol parçacık ile ikizleşmek yönünde yol alması ile devam eden olgu çekimdir.                                                                

4.3.    Çekimin gerçekleşmesi için, iki kütlenin birbirlerinin manyetik etki alanında bulunmaları yeterlidir.

4.4.    Çekimin etkisinde kalan küçük kütledir. Bu nedenle, çekimin birincil unsuru da küçük kütledir. Küçük kütlenin değeri büyük kütleye olan mesafeye bağlı olarak değiştiği için, çekimin ikincil unsuru olan mesafe, çekimi yaratan büyük kütlenin yarıçapı cinsinden ifade edilir.

4.5.    Bu nedenlerle; BÜYÜK KÜTLENİN KÜÇÜK KÜTLEYİ ÇEKİM KUVVETİ; KÜÇÜK(İKİNCİ) KÜTLENİN KÜTLE DEĞERİ VE BÜYÜK(BİRİNCİ) KÜTLENİN YARIÇAPININ KARESİ İLE DOĞRU, BÜYÜK(BİRİNCİ) KÜTLE MERKEZİ İLE KÜÇÜK(İKİNCİ) KÜTLE YAKIN KENARI ARASINDAKİ MESAFENİN BÜYÜK KÜTLE YARIÇAPI CİNSİNDEN İFADESİNİN KARESİ İLE TERS ORANTILIDIR. Kuralı özümleyen formül ise; F=m2R12/L12 dir.

Bu, KÜTLELERİN ÇEKİMİ KURALI dır.

Not: m1 kütlesinin Dünya’dan başka kütle olması durumunda da sonucun Dünya çekim birimi olan “kg” cinsinden olması istenirse-ki istenir- sonucun,  “m1 kütlesi yüzey çekim kuvveti(m1/R12) / Dünya yüzey çekim kuvveti (md/Rd2)” oranı olan yüzey çekim emsalinin karekökü ile çarpılması gerekecektir(yüzey çekim kuvveti: G=m/R2 dir.). Çekim emsali: Ge= √G1/ √Gdünya dir.

5.       BİRİM DENETLEMESİ

F=m2R12/L12

m2               : kg
R12/L12        : m2/m2
Sonuç         : kg

6.       SAĞLAMA TESTİ:

F=m2R12/L12

4320 kg lık Dünya uzay aracının Merkür tarafından çekilme kuvveti:
(m1:Merkür, m2: Dünya uzay aracı), (m2=4,32×103kg, R1=2,43×106m)
(Merkür yüzey çekim kuvveti/Dünya yüzey çekim kuvveti=6,56×100)
4320kg lık Dünya uzay aracı Merkür’ün;
1R1 uzağında(Merkür’e bitişik) ise; (L1» 2,43×106m)
F=4320x(2,43×106)2/(2,43×106)2=4320/1=4320x6,56=28300kg olur.
2R1 uzağında  ise: (L1»4,86×106m)                                                                                              F=4320x(2,43×106)2)/(4,86×106)2=4320/4=1080x6,56=7080kg olur.
6R1 uzağında  ise; (L1»14,58×106)
F=4320x(2,43×106)2)/(14,58×106)2=4320/36=120x6,56=787kg olur

4320 kg lık Dünya uzay aracının Dünya tarafından çekilme kuvveti:
(m1:Dünya, m2: Dünya uzay aracı), (m2=4,32×103kg, R1=6,37×106m)
(Dünya yüzey çekim kuvveti/Dünya yüzey çekim kuvveti=1)
4320 kg lık Dünya uzay aracı Dünya’nın;
1R1 uzağında(Dünya’ya bitişik) ise; (L1=6,37×106m)
F=4320x(6,37×106)2/(6,37×106)2=4320/1=4320x1=4320kg olur.
2R1 uzağında ise; (L1=12,74×106m)
F=4320x(6,37×106)2/(12,74×106)2=4320/4=1080x1=1080kg 0lur.
6R1 uzağında ise; ( L1»382,2×106m)                                                 F=4320x(6,37×106)2/(38,22×106)2=43203/36=120x1=120kg olur.

4320 kg lık Dünya uzay aracının Mars tarafından çekilme kuvveti:
(m1:Mars, m2: Dünya uzay aracı), (m2=4,32×103kg, R1=3,37×106m)
(Mars yüzey çekim kuvveti/Dünya yüzey çekim kuvveti=1,24×100)
4320kg lık Dünya uzay aracı Mars’ın;
1R1 uzağında(Mars’a bitişik) ise; (L1» 3,37×106m)                                              F=4320x(3,37×106)2/(3,37×106)2=4320/1=4320x1,24=5357kg olur.
2R1 uzağında  ise: (L1»6,74×106m)                                                                                              F=4320x(3,37×106)2)/(6,74×106)2=4320/4=1080x1,24=1339kg olur.
6R1 uzağında  ise; (L1»41,92×107)                                                                               F=4320x(3,37×106)2)/(20,22×106)2=4320/36=120x1,24×100=149kg olur

4320 kg lık Dünya uzay aracının Jüpiter tarafından çekilme kuvveti:
(m1:Jüpiter, m2: Dünya uzay aracı), (m2=4,32×103kg, R1=6,99×107m)
(Jüpiter yüzey çekim kuvveti/Dünya yüzey çekim kuvveti=1,73×10-2)
4320kg lık Dünya uzay aracı Jüpiter’in;
1R1 uzağında(Jüpiter’e bitişik) ise; (L1» 6.99×107m)                                                    F=4320x(6.99×107)2/(6.99×107)2=4320/1=4320x1,73×10-2=74,7kg olur.
2R1 uzağında  ise: (L1»13,98×107m)                                                                                              F=4320x(6.99×107)2)/(13,98×107)2=4320/4=1080x1,73×10-2=18kg olur.
6R1 uzağında  ise; (L1»41,92×107)                                                                               F=4320x(6.99×107)2)/(41,92×107)2=4320/36=120x1,73×10-2=2kg olur..                               

4320 kg lık Dünya uzay aracının Ay tarafından çekilme kuvveti:
(m1:Ay, m2: Dünya uzay aracı), (m2=4,32×103kg, R1=1,74×106m)
(Ay yüzey çekim kuvveti/Dünya yüzey çekim kuvveti=6,08×10-2)
4320kg lık Dünya uzay aracı Ay’ın;
1R1 uzağında(Ay’a bitişik) ise; (L1» 1,74×106m)
F=4320x(1,74×106)2/(1,74×106)2 =4320/1=4320x6,08×10-2=263kg olur.
2R1 uzağında  ise: (L1»6,74×106m)                                                                                              F=4320x(1,74×106)2)/(3,48×106)2=4320/4=1080x6,08×10-2=65,7kg olur.
6R1 uzağında  ise; (L1»41,92×107)                                                                               F=4320x(1,74×106)2)/(10,44×106)2=4320/36=120x6,08×10-2=7,3kg olur                                                                                         

MADDENİN OLUŞUMU VE GÖK CİSİMLERİ

Maddeyi meydana getiren en küçük birim ÖZ dür. Her şey O’ndan türediğinden, her şeyi O yarattığından, Evren’i yöneten ve yönlendiren tüm kuralları kendi özel yapısı ile O koymuş olduğundan O’na büyük saygı duyuyor ve adının iki harfini de büyük olarak yazıyorum.

ÖZ bir elektrik enerjisidir ve her elektrik enerjisi gibi çevresinde manyetik alan yaratır. Manyetik alanı nedeniyle kendi etrafındaki dönüşü nedeniyle üzerinde elektrik birikir. Biriken elektriği taşınamayacak miktara ulaştığında kendinden uzaklaştırır. Dönü devam ettiği için, elektriklenme ve bunun sonucu atılma devam eder. Böylece çevresine manyetik akı yayar.. Bu da O’na rastlayacağı diğer ÖZ lerle ikizleşmeyi sağlar.          

İkizleşme ve onun ardından yapılacak kümeleşmeler Evren’in oluşumunu sağlar.

ÖZ ler birbirlerine rastladıklarında, yaydıkları manyetik alanları ile birbirlerini çekerek etkin manyetik alanlarının sınırına (yarıçaplarının √2 katı mesafeye) kadar birbirlerine yanaşırlar. Yanaşımlı iki ÖZ, ÖZ ikizi yani Öziz olur.

Özizlerin manyetik gücü, yapısında bulunan  ÖZ lerden birinin manyetik gücünün iki katı kadardır. Zira ÖZ lerden ilkinin düz yönlü ve aralıklı manyetik alanlarının arasına diğer ÖZ’ün aralıklı fakat ters yönlü manyetik alanları girmiştir. Böylece bir düz bir ters yönlü olarak sıralanan manyetik alanlar hem birbirine çekimli olmuşlar hem de aralıkları tamamlayarak tam güce kavuşmuşlardır.                                    

İkizlenip Öziz olamayan ÖZ ler tek yönlü ve yarım güçlü manyetik alanları ile kendilerinin 2 katı yani tam manyetik güçte olan Öziz’e yanaşamazlar. Ancak O’na yamanabilirler, yani O’na ancak uydu olabilirler Bu demektir ki; ÖZ ler grup yapamazlar, kendilerinden daha küçük bir birim olmadığından çevrelerine uydu alamazlar, bu nedenle birit(atom) teşkil edemezler.  ÖZ ler ancak ikizleşerek öziz olabilirler ve Öziz olarak yeni oluşumlara katılabilirler.

Öziz’in çevresine 12 adet Öziz yanaşabilir. Çünkü, 12 adet Öziz’in manyetik alanı bir Öziz’in çevresini tam olarak kaplar. Bu nedenle, ikiz bireyler merkezde bir, çevrede 12 adet olmak üzere 13 adede ulaşınca yeni bir birey olurlar ve başka bir Öziz’in katılmasına izin vermezler. Artık oluşturulan 13 Özizlik grup, manyetik olarak Öziz’in 13 katı olan bir üst bireydir  ve büyüyen etkin manyetik alanının(√13 öziz yarıçaplı) sınırında özizleri kendine yamandırarak uydu yapar. Bu yeni birey ilk bireydir ve adı E dir.                 

E ler ikizlenir, Ez olur.Bir Ez’in çevresine 12 adet Ez yanaşırsa yeni bir birey oluşur. Bu yeni birey bir üst bireydir ve adı Er dir. Er, manyetik olarak Ez’in 12 katıdır.

Er ler birbirlerine rastladıklarında birbirlerine yarıçaplarının Ö2 katına kadar yanaşıp ikizleşerek Eriz olurlar. Eriz, Er’in manyetik olarak 2 katıdır. İkizlenip Eriz olamayan Er ler Eriz’e rastladıklarında O’ nun etkin manyetik alanının sınırına ulaşarak yanaşamazlar, ancak O’nun yarı çapının Ö2 katı mesafede kalarak O’na uydu olabilirler.   

Bir Ez’in çevresinde 12 adet Ez ile kabuk şeklinde bir sıra oluştuğundan Er, bir kabuklu bireydir. Birden onbire kadar gruplaşan bir kabuklu ikiz bireyler, çevrelerine Ez lerden uydular alarak bir kabuklu birit (atom) leri oluştururlar.  Bir kabuklu biritlerin yan yana gelmelerinden de bir kabuklu elementler, bir kabuklu elementlerin karışımından bir kabuklu maddeler, bir kabuklu maddelerden de bir kabuklu kütleler oluşur.

Er ler birbirlerine rastladıklarında birbirlerine yarı çaplarının  Ö2 katına kadar yanaşıp ikizleşerek Eriz olurlar. Eriz, Er’in manyetik olarak 2 katıdır. İkizlenip Eriz olamayan Er ler Eriz’e rastladıklarında O’ nun etkin manyetik alan sınırına ulaşarak yanaşamazlar, ancak O’nun yarı çapının √2 katı mesafede kalarak O’na yamanıp uydu olabilirler.

Bir Eriz’in çevresine 12 adet Eriz yanaşırsa yeni bir birey oluşur. Bu yeni birey bir üst bireydir ve adı Ere dir. Ere, manyetik olarak Eriz’in 12 katıdır.                       

Bir Eriz’in çevresinde 12 adet Eriz ile kabuk şeklinde bir sıra oluştuğundan Ere, iki kabuklu bireydir. Birden onbire kadar gruplaşan bir kabuklu ikiz bireyler, çevrelerine Eriz ve/veya Ez lerden uydular alarak iki kabuklu birit(atom) leri oluştururlar.  İki kabuklu biritlerin yan yana gelmelerinden de iki kabuklu elementler, iki kabuklu elementlerin karışımından iki kabuklu maddeler, iki kabuklu maddelerden de iki kabuklu kütleler oluşur.

Ere ler birbirlerine rastladıklarında birbirlerine yarıçaplarının  Ö2 katına kadar yanaşıp ikizleşerek Erez olurlar. Erez, Ere’nin manyetik olarak 2 katıdır. İkizlenip Erez olamayan Ereler Erez’e rastladıklarında O’ nun etkin manyetik alan sınırına ulaşarak yanaşamazlar, ancak O’nun yarı çapının √2 katı mesafede kalarak O’na yamanıp uydu olabilirler.

Bir Erez’in çevresine 12 adet Erez yanaşırsa yeni bir birey oluşur. Bu yeni birey bir üst bireydir ve adı Erek tir. Erek, manyetik olarak Erez’in 12 katıdır.          

Bir Erez’in çevresinde 12 adet Erez ile kabuk şeklinde bir sıra oluştuğundan Erek, üç kabuklu bireydir. Birden onbire kadar gruplaşan üç kabuklu ikiz bireyler, çevrelerine Erez, Eriz ve/veya Ez lerden uydular alarak üç kabuklu birit(atom) leri oluştururlar.  Üç kabuklu biritlerin yan yana gelmelerinden de üç kabuklu elementler, üç kabuklu elementlerin karışımından üç kabuklu maddeler, üç kabuklu maddelerden de üç kabuklu kütleler oluşur.

Dünyamız üç kabuklu ikitlerden oluştuğu için üç kabuklu bir kütledir.

İkit(molekül) maddenin temel taşıdır. İkitler birbirlerine yanaşarak eşküme(element) leri oluştururlar. Elementler de tek başına veya diğer elementlerle birlikte maddeyi oluşturur.

Uzayda bulunan her bağımsız madde “gök cismi” dir. Gök cisimleri büyüklüklerine göre adlandırılırlar.

Madde gök cisminin özüdür. Gök cisimleri, ilk oluşum ile olan maddenin bir tanesinden başlar. Merkezine doğru olacak çekim basıncı, ısı enerjisi yaratır, Isı enerjisinin “enerji” kimliği “yeni madde” oluşturur. Oluşan maddenin kendisine katılması ile büyür. Bazen rastladığı diğer maddelerle birleşmesi büyümeyi hızlandırır.                

Gök cisimleri, merkezlerinde bir ak korluk oluşuncaya kadar soğuk kütlelidirler. Bu da yaklaşık en fazla 30 km lik bir yarıçapa sahip olmak demektir.                      

Merkezinde akkorluk olmayan, yarıçapı 30 km yi geçmeyen çıplak gözle görülebilen gök cisimleri SOĞUK KÜTLE lidir ve adı GÖK TAŞI dır.          

Gök taşının yarıçapı 30 km yi geçtikten sonra m2 ye yaklaşık 40000 tonluk bir basınç olur, bu basınç ile atomların(biritlerin) elektronları(uyuçları) çekirdek etrafındaki düzenli dönülerini terk ederler. Düzensiz dönüdeki uyuçların manyetik alanları birbirleri ile kesişerek ısı yaratınca da bölgedeki biritler ak kor hale gelirler. Merkez bölgesinde ak korluk oluşan gök cisimleri ılık kütleli olurlar.                              

Ilık kütleli gök cisimleri Evren’de kendinden daha büyük bir gök cisminin(çoğunlukla yıldızların) uydusu olarak bulunurlar. Uydusu oldukları yıldızların etrafında döndüklerinden GEZEGEN adı ile anılırlar. Gezegenin yarıçapı arttıkça akkor bölge de artar.        

Merkezinde ak korluk bulunan ve yarıçapı 30 km den fazla olan gök cisimleri ILIK KÜTLE lidir ve adı GEZEGEN dir.         

Gezegenin büyüyüp de, merkez bölgedeki biritlerin uyuçlarının çekirdeğe doğru bastırılması daha fazla artınca, merkez bölgedeki düzenli dönülerini bırakmış olan uyuçlar yörüngelerini de bırakarak birey(nötron) büyüklüğünde gruplar oluşturup çekirdeğe katılırlar. Böylece o bölgedeki biritlerin tamamı elektronsuz yani sadece çekirdekten ibaret katı bir kütle olur. Diğer tüm bölge ak kor olarak birit(atom)lerden ibarettir. Bu yapıya ulaşan gezegenler yanar kütleli olurlar.                     

Yanar kütleli gök cisimlerinin merkez bölgesi çekirdeklerden ibaret katı halde ve ılık olur.  Yüzeyden 30 km derindeki akkor bölge zamanla yüzey bölgesini de akkor hale getirerek bu bölgedeki maddelerin sürekli olarak gaz hale gelerek yanmasına ve yarattığı iç basınç sonucu üreyen ÖZ ikizlerinin birbirine attıkları fazla elektrik şerareleri ile ışık saçmalarına neden olur. Bu yüzden YILDIZ adını alırlar.                     

Merkezi katı, diğer kısmı akkor olup yüzeyindeki gazları da sürekli yanan gök cisimleri YANAR KÜTLE lidir ve adı YILDIZ dır.     

Büyümeye devem eden merkez bölgesi çekirdeklerden ibaret olduğu için katı olan yıldızların çevre bölgesindeki basınç da çok artar ve bu bölge de çekirdeklerden ibaret olarak katılaşır. Tamamı çekirdek yığını haline gelen bu gök cisimleri YOĞUN KÜTLE li olurlar. Yoğun kütleli gök cisimlerinin tamamı katı ve çok yüksek çekimlidir. Bu yüksek çekimleri nedeniyle bünyelerinden hiçbir parçacığın dışarı çıkmasına izin vermez. Bu sebeple ışık saçamadıklarından KARA DELİK adını alırlar.

Tamamı katı ve ışıksız olan gök cisimleri YOĞUN KÜTLE lidir ve adları KARA DELİK tir.

Büyümeye devam eden tamamı katı ve ışıksız kara delikleri oluşturan birit(atom)lerin çekirdeklerindeki uyuç(elektron)lar, çok aşırı basınç nedeniyle birbirlerine uyuç çekim mesafesine kadar yanaşarak uyuç yığını haline gelirler. Bu hale gelmiş gök cisimleri DEV adını alırlar.

Tamamı elektronlardan ibaret olan gök cisimleri en yoğun kütlelidir ve adı DEV dir.

Büyümeye devam eden tamamı Ez(elektron)lerden ibaret devlerin bünyesindeki Ez (elektron)ler, olağan üstü hale gelmiş basıncın etkisi ile yanaştıkları yerden birbirlerine yaklaşarak birbirlerine yapışırlar. Yapışma ile Ez lerin enerjileri birbirine katılır ve “ulupat(big bang) olur. Ulupat ile tüm Ezler uzaya saçılırlar. Dev yok olur.

Evren’de hiçbir şey var iken yok olmaz, ancak; İkitlerin çekiminin yarattığı basıncın ürettiği ÖZ lerin yeni madde yapmaları nedeniyle yok iken var olabilirler. Bunun içindir ki Evren sürekli olarak büyümektedir.

GÖK CİSİMLERİ NEDEN HEM KENDİ ETRAFLARINDA HEM DE UYUÇU OLDUKLARI GÖK CİSMİ ETRAFINDA DÖNERLER? AY NEDEN DÖNMEZ?  

Kendilerini oluşturan moleküllerinin manyetik alanlarının bileşkesi olarak, gök cisimlerinin çevrelerinde, tüm moleküllerinin manyetik alanlarının toplamı kadar güçte manyetik alan üretilir. Kesintisiz olarak üretilen bu manyetik alanlar, bir öncekileri iterek, birer kabuk şeklinde çevreye yayılırlar.                                                                   

Uzaklaştıkça çapları büyüdüğünden giderek düzleme benzeyen kabuk şeklindeki manyetik alanlar, bu gök cisminin uyucu olduğu gök cisminin kendilerine eşdeğerdeki manyetik alanlarına rastladıklarında dururlar ve onlara paralel konum alarak güçlü bir dış kuvvet olmadıkça ayrılmamak üzere onlara yanaşırlar.                                                     

Bu uyuçların manyetik ekseni de uyucu olduğu gök cisminin manyetik eksenine paralel olur. Bazı dış etkiler ile, bu eksenin konumu biraz değişebilir. Manyetik ekseni ile uyucu olduğu gök cisminin manyetik alanının ilerleme yönüne dik konumdaki bu gök cisminin manyetik güçü, başparmak metoduna göre manyetik alan gönderir. Gönderilen manyetik alan, içinde yüzmekte olduğu büyük gök cisminin manyetik alanına çarpar. Bu durum, içinden fışkıran suyu hava ortamından direniş gören bahçe sulama döngeci benzeri geri yönde dönüşe neden olur. Uyuç durumundaki gök cisimlerinin kendi etraflarındaki dönüşü bundandır. Tabi olduğu gök cisminin manyetik alanı içinde kendi etrafında dönmekte olan gök cismi, bu dönüşü ile tabi olduğu gök cisminin manyetik alanını tabi olduğu gök cismine belirli bir mesafede bağlı kalarak bir dişli gibi kat eder. Bu durum, tabi olduğu gök cisminin etrafında dönmesi sonucunu yaratır.

Sonuç olarak; tüm gök cisimleri hem kendi etraflarında, hem de uyucu oldukları gök cisminin etrafında dönerler. Yalnız Dev’ler, kendi etraflarında dönerler, fakat birbirleri etrafında dönemezler. Çünkü diğer Devlere olan çekim bağlantıları buna izin vermez. Böylece, küçük ve yavaş gelişimler dışında değişmeyen bir sabit iskelet oluşur. Birbirine göre konumu değişmeyen Devlerden Kurulu bu sabit iskelet, kendi yoğunluğuna yakın bir sıvı içindeki küre gibi, prensipsiz bir salınımla Evren’in boşluğunda bulanır durur. 

Dünya’nın uyucu olan ay ise kendi etrafında dönmüyor olarak görünmektedir. Bunun sebebi şudur: Ay dört kabuklu bir gök cismidir. Bu dört kabuklu gök cismine hızla gelen bir üç kabuklu gök cismi çarpmış ve yapışıp kalmıştır. Ay’ın merkez bölgesindeki akkor bölge henüz kabuğunu yeterince inceltememiş olduğundan. asıl kütleden 6000 kere daha yoğun olan yeni üç kabuklu kütle, kabuğu delerek batıp, merkezdeki yerini alamamış, Ay’ın yüzeyinde kabuğa saplanıp kalmıştır. İşte bunun için çarpma anına kadar sürmekte olan Ay’ın kendi etrafındaki dönüşü durmuş, 3√6000≈18 kat güçlü çekimi ile, yeni kütle hep Dünya yönünde Dünya’ya çekimli kalmıştır. Böyle olunca da Ay, Dünya’nın etrafındaki bir turu tamamladığında kendi etrafında da 1 tur yapmış olmaktadır. Bu nedenle; biz Dünya’dan baktığımızda, Ay’ın hep aynı tarafını gördüğümüzden bize Ay hiç dönmüyor gibi gelmektedir.

                                                 

BİREY ATIM (RADYASYON) NEDİR? ALFA, BETA, GAMMA IŞINLARI NEDİR

(Birey atım/radyasyon, maddenin bünyesinden bireylerin atılmasıdır. Birey, bir elektriksel birimin etrafında 12 elektriksel birimin birbirine yanaşımlı halidir.)

En küçük elektriksel birim ÖZ dür. ÖZ Evren’in nüvesidir.

ÖZler sürekli olarak manyetik akı üretirler. Çevrelerine küresel kabuklar halinde manyetik akı yayarlar.

Daha önce söz edildiği gibi, bireyler ikizlenmemişler ise çekimi sağlayacak manyetik alan kabukları aralıklıdır. Bu güçsüz durumları, ancak kendisini eşitlerine ikizleyecek güçtedir. Yakınlarında eşitlerinin olmaması halinde çekimsiz olarak serbest durumda kalırlar. Ortalarında kaldıkları birey ikizlerinin birbirlerini çekimi nedeniyle oluşan basınç bunları ortam dışına fırlatır. İlimin radyasyon adını verdiği birey atım budur.         

Atılan bu bireyler bir kabuklu ise; gamma, iki kabuklu ise; beta, üç kabuklu ise alfa ışınları adını almaktadır. Kabuk adedi küçük olan bireylerin kütleleri de hacimleri de az, ancak yoğunlukları fazla olduğundan canlılar üzerindeki tahribatı daha büyük olmaktadır. Bireylerin atılmaları, bir ani zorlama ya da bir özel hızlandırıcı işlem ile olduğunda hem canlı, hem de cansızlar üzerinde ısı ve basınç etkisi olmaktadır. Ancak; bu etki bireylerin bizatihi kendileri ile ilgili değildir. Bu etki, bireylerin atılması için yapılan ya da bir sebep ile olan işlem nedeniyledir.

Ulupat(big bang) nedir?

Moleküller birbirlerini çekerler. Çekim, molekülleri birbirine yanaştırır. Birbirlerine yanaşan moleküller küresel şekildeki kütleleri oluştururlar. Bunlar GÖK TAŞLARIdır

Birbirlerine rastlayan gök taşları birbirlerine yanaşarak büyürler, amorf şekildeki SOĞUK KÜTLE(büyük gök taşları)ler olurlar.

Moleküllerinin birbirlerini çekiminin yarattığı basınç soğuk kütleleri küreselleştirir ve merkezinde ısı enerjisi yaratır. Oluşan ısı enerjisinin enerji kimliği birbirlerine yanaşarak madde oluştururlar. Isı kimliği ise merkez bölgeyi akkorlaştırır. Oluşan maddeler ile büyüyen ve ısının yarattığı etki ile merkez bölgesi akkorlaşan soğuk kütle ILIK KÜTLE (gezegen) adını alır. Soğuk kütlelerin merkezi akkor halde sıvı, çevresi ise ılık ısıda katıdır.

Moleküllerinin çekimi, Ilık kütlelerin merkezlerindeki akkor bölgeyi büyütür. Büyüyen akkor bölge kabuğu kendine katar. Yüzeye çıkan gazların sürekli yanışının alev topuna döndürdüğü ılık kütleler YANAR KÜTLE(güneş) adını alırlar. Aşırı basınç, moleküllerin atomlarının çevre elektronlarını çekirdeğe doğru bastırarak onları gruplandırır ve çekirdeğe katarak merkez bölgeyi sadece çekirdeklerden ibaret hale getirir. Yanar kütlenin Merkezi çekirdeklerden ibaret katı, çevre bölgesi atomlardan ibaret sıvı, yüzeyi ise yanmakta olan gazlardan ibarettir.

Büyümüş yanar kütlenin moleküllerinin birbirini çekimi merkez bölgede aşırı basınç yaratır. Çekirdeklerden ibaret merkez bölge, aşırı çekim gücü ile akkor bölgenin ve yanan yüzey gazlarının elektronlarını kendisine çeker. Yanar kütle artık YOĞUN KÜTLE(karadelik) olmuştur. Yoğun kütlelerin merkez bölgesi elektronlardan, çevre bölgesi ise çekirdeklerden ibarettir. Tümü katı olan kütlenin yüksek çekim gücü, kendisinde oluşan veya kendisine ulaşan hiçbir atom veya atom altı parçacığın kendisini terk etmesine izin vermez.

Büyümeye devam eden yoğun kütleler, aşırı çekim ve basınç nedeni ile elektronlardan ibaret hale gelirler ve EN YOĞUN KÜTLE(dev) olurlar. En yoğun kütlelerin tamamı elektronlardan ibarettir.

Elektronlardan ibaret olan en yoğun kütleler büyümeye devam edince merkez bölgedeki olağanüstü basınç, elektronları birbirine yapıştırır. Yapışma elektriksel gücün birleşmesi demektir. Bu durum çok yüksek enerji ve dolayısı ile de çok yüksek ısı yaratır. Ve en yoğun kütle patlar. Merkez bölgeden elektronlar, çevre bölgeden de atomlar büyük bir hızla çevreye yayılırlar En yoğun kütle yok olur. ULUPAT(big bang) budur.

.

TAKIMYILDIZLAR

Takımyıldız diye bir yıldız gruplanması olamaz. Yıldızların böyle bir toplanmaları yoktur, Çünkü her yıldız bir karadeliğin çekiminde olarak belirli bir yörüngede dönmektedir. Hiçbir yıldız etrafında döndüğü karadeliği bırakarak bir başka yıldızın yanına gidemez. Bunu anlayabilmek için Evren’in oluşumuna ve bu oluşumun yarattığı kuruluma göz atmak gerekir:      

Tüm gök cisimleri enerjiden oluşmuş kütlelerdir. Her enerji manyetik alan yayar. Evren gök cisimleri ile doludur. Bu nedenle yayılan manyetik alanlar Evren’i manyetik alan denizine döndürür.

Her hangi bir gök cisminin yaydığı manyetik alanının, içinde bulunduğu manyetik alan denizine çarpması da, içinden geçen suyunun havaya çarptığı bir bahçe sulama döngeci gibi, onun kendi etrafında geriye doğru dönmesine neden olur.     

Tüm gök cisimleri bu nedenle kendi etraflarında durmadan dönerler.

Tüm gök cisimlerinin manyetik alanları sonsuza kadar yayılır. Ancak bu yayılım, kendi merkezine olan mesafenin karesi ile doğru orantılı olarak güç kaybına uğradığından her gök cisminin etrafında sonsuza kadar süren, ancak giderek azalan bir manyetik güç vardır.

Her gök cisminin kendi kütlesinin sahip olduğu enerji kadar manyetik gücü vardır.  Manyetik alanların birbirlerini çekimleri nedeniyle, bir gök cismi, kendi gücüne eşit bir manyetik alana rastladığında kendi manyetik alanı ile eşit güçte olan o bölge manyetik alanına kilitlenir. Bir dış güç olmadıkça terk edemeyeceği bu bölgede kendi etrafında dönmeyi sürdürünce, bir dişli gibi bu kendi gücüne eşit manyetik alanı kat etmeye başlar.                            

Tüm gök cisimleri bu nedenle kendinden kütlece büyük gök cisimlerinin etrafında hep aynı mesafede kalarak onları terk edemeden dönerler.

İşte yıldızlar da bu nedenlerle etrafında dönmekte oldukları karadelikleri terk edemezler ve dolayısı ile bir araya gelemezler.

Buraya kadarki anlatımı özetlersek; Evren, binlerce Dev’in birbirine yanaşımı ile oluşmuş bir iskelet halindedir. Bu yanaşım birbirine yaklaşıp yapışma demek değil, birbirlerinin etkin manyetik alanlarının sınırına kadar gelip orada yanaşımlı kalmaktır. Yanaşımlı haldeki bu devler birbirlerine olan bağlantılarının yarattığı konumlarını bozmadan bir sıvının içinde bulunduğu yerde düzensizce bir o yana bir bu yana dönüp dolanan küreler gibi Evren’in boşluğunda yerlerini terk etmeden bulanıp durmaktalar.                                           

Her devin çevresinde o devin manyetik alanının kendilerinin gücüne eşit bölgesini terk etmeden dönen karadelikler var. Her karadeliğin çevresinde de o karadeliğin manyetik alanının kendilerinin gücüne eşit bölgesini terk etmeden dönen yıldızlar var. Her yıldızın çevresinde o yıldızın manyetik alanının kendilerinin gücüne eşit bölgesini terk etmeden dönen gezegenler var. Kimi gezegenlerin çevresinde de o gezegenin kendilerinin gücüne eşit manyetik alan bölgesinde dönen daha küçük gezegen(uydu)ler var.

Bu kurulumun değişmesi mümkün değil. Ancak yeni bir ulupat (bigben) ile etrafa dağılan elektronlar olacak. Onlar da bir çekirdeğe rastlayıp atom oluşturacak. Bu atomlar da başka rastlayacakları ile birleşerek büyümek için milyarlarca yıl bekleyecek.                          

Ulupat sonucu dev ile bağlantısı kopan karadelikler, kendilerine bağlı olan yıldızlardan bağını kaybetmeden, tüm ailesi ile, içlerinden mevcudun en büyüğü olan devleşmeye aday bir karadeliğe bağlanacaklardır. Evrende bunlardan başka oluşum yok.

Evren bu kurulumda. Devlerden başka hiçbir gök cisminin birbirine yanaşarak ya da yamanarak grup ya da takım oluşturması mümkün değil. Evren’in bir noktasından(örneğin, bizim gezegenimiz üzerindeki bir yerden) bakıldığında, çok dar açı içindeki bir hacimde tesadüfen bir arada veya yakın hizada görülen yıldızları biz bir grupmuş sanıyor ve onu takımyıldız olarak isimlendiriyoruz.

Bu defa akla şu soru geliyor: Niye pozisyonları hiç bozulmuyor? Bozuluyor, ancak yüzlerce, hatta binlerce yıl içinde. Biz binlerce yıl önceki bilgilere sahip olmadığımız gibi, binlerce yıl sonraya da bilgi bırakamayacağız. Bu nedenle de bu pozisyon değişikliklerini fark edemiyoruz. Bizden sonrakiler de fark edemeyecek, çünkü edinilen bilgileri binlerce yıl ile tarif edilen uzun zaman dilimleri süresince depolayabilecek seviyeye henüz ulaşamadık. Ulaşır gibi olduğumuzda muhtemelen gezegenimizin ömrü bitecek. Yani, canlı hayatını sona erdiren ısınıp kavrulmaya başlayarak güneşleşmeye doğru yol alacak. Sonrası da önce karadelik olmak, sonra dev olmak, en sonunda ulupat(bigbang)a uğrayıp Evren’e dağılmak.

YANAŞIM, YAMANIM

YANAŞIM

Birbirlerinin manyetik etki alanına giren bireylerin manyetik alanları birbiriyle birleşmeye çalışır. Çünkü her iki birey de manyetik akı kabuklarına sahiptir. Her manyetik akı kabuğu, diğer bireyin manyetik akı kabuğuna yaklasır. İşte bu çekimdir.

         Bu çekim sonucu bireyler, manyetik alanları ile bir kürenin yüzeyini tam olarak kaplayacak şekilde birbirlerine yaklaşırlar; bu da yanaşımdır[hiçbir zaman birbirlerine yapışmazlar. Yapışma olursa ulupat(big bang) benzeri enerji patlaması olur].

         Yanaşım gerçekleştikten sonra daha fazla birbirlerine yaklaşmaları için çok büyük bir dış kuvvet gerekir. Çünkü bir küre veya küre benzerinin yüzeyi üzerinde manyetik alanları birbirlerine yanaşmıştır. Birbirlerine doğru bastırılmaları sıkıştırılmaları demektir. Buna direnirler.

         Yanaşım gerçekleştikten sonra birbirlerinden ayrılmaları için de büyük bir dış kuvvet gerekir. Çünkü her ikisinin bir ters bir düz yönlü manyetik alan kabukları birbirlerine kenetlenmişlerdir. Birbirlerinden ayrılmaları birbirlerinden kopmaları demektir. Buna da direnirler.

         Yanaşımlı iki birey için bu kürenin yarıçapı, bir bireyin mutlak manyetik alanının küresel yarıçapının Ö2 katıdır. (S+S=S1Ž 4pr2+4pr2= 4pr12Ž 2r2=r12Ž r1= Ö2r. Bu bağıntı; 3 birey için Ö3 r, 4 birey için Ö4 r,12 birey için Ö12 rbirey dir).

         Bireyler arasındaki mesafe ise; şekilde görüldüğü gibi yüzeyini kapladıkları kürenin çapı, yani 2Ö2 r dir. Bu sonuçtan geriye doğru dönülerek şöyle söylenebilir: Bir bireyin mutlak manyetik alanının küresel yarıçapı(r), yanaşık halde bulunduğu diğer bireyin merkezi ile kendi merkezi arasındaki mesafenin 1/2Ö2 sidir..

YAMANIM:                                                                  

Kabuk

        Madde enerjiden ibarettir. Bu demektir ki; maddeyi oluşturan en küçük birim enerjidir. Bu enerji, bildiğimiz elektrik enerjisinin ta kendisidir. Zira bildiğimiz elektrik enerjisi günlük hayatımızda mademki madde tarafından oluşturuluyor o halde; oluşan enerjinin, maddeyi meydana getiren enerjinin yapısından değişik nitelikte olması söz konusu olmayacaktır. Bu durumda; Maddeyi oluşturan en küçük birimin, dolayısı ile maddenin, üretip kullandığımız elektriğin niteliğinde bir enerji olduğunu kabul etmek zorundayız.

        Söz ettiğimiz bu en küçük birim yalnız maddenin değil, maddenin oluşturduğu her şeyin yani Evren’in özü, nüvesi olduğu için O’na “öz” adını verelim ve her şey O’ndan türediğinden, yani her şeyi O yarattığından O’na duyduğumuz saygı nedeniyle O’nu tanımlayan adının iki harfini de büyük yazalım; ÖZ.

         Evet, OZ bir elektrik enerjisidir, her elektrik enerjisi gibi manyetik alan yaratır. Yarattığı manyetik alanın içinde, kendi manyetik kuvveti, kendisinin dönmesine neden olur. Dönmesi ile, van de graff jeneratöründe olduğu gibi elektrik yüklenir. Yüklenen elektrik taşıyamayacağı değere ulaşınca, üzerinden atar. Dönü devam edeceği için elektrik yüklenmeleri de , yüklenen elektriğin atılması da devam eder. Yani çevresine manyetik akı yayar.

         Yayılan manyetik akı kabukları başka bir ÖZ ile ikizleşmeyi sağlar. İkizleşen ÖZ ler elektriksel olarak bir, manyetik olarak iki ÖZ güçtedirler ve etkin manyetik alanlarının yarıçapı bir ÖZ’ün yarıçapının √2 katı olur. Bu nedenle ikizleşmiş bir ÖZ grubuna yani bir Öziz’e artık başka ÖZ ler katılamazlar.   

        Özizler birbirlerine rastladıklarında manyetik alanları ile birbirlerini çekerek etkin manyetik alanlarının sınırına kadar birbirlerine yanaşırlar. Ortada bir, çevrede 12 adet olmak üzere 13 adet öziz birbirlerine yanaşarak bir grup oluşturur, Bu grubun adı E dir.                            

        İki adet E birbirlerine rastladıklarında manyetik alanları ile birbirlerini çekerek ikizleşip Ez olurlar. 13 Ez bir araya geldiğinde yani bir Ezin çevresini 12 adet Ez çevrelediğinde yeni bir bireylik oluşur. Bu yeni bireyliğin adı Er dir. Er’in merkezindeki E’nin çevresindeki 12 adet E bir kabuk gibidir. Bu nedenle Er bir kabuklu bireyliktir.                                                          

        Er ikizleşince birey olur. Adı da Eriz dir. Eriz bir kabuklu bireydir. Birbirine yanaşarak kümeleşmiş (gruplaşmış değil) on bire kadar Erizlerin her biri bir Eriz kümesidir. Her Eriz’e birer adet E veya E kümesi(en fazla 11 e kadar olabilir) yamanabilir. Yamanımlar tamamlandığında,  Eriz veya Erizler çekirdek, her Eriz’e birer tane yamanmış E veya E kümesi de uyuç (uydu/elektron) olarak Birit(atom)i oluştururlar. Erizlerin yani bir kabuklu bireylerin oluşturduğu Biritler de bir kabuklu birittirler. Bu Biritlerin oluşturduğu elementler bir kabuklu element, element karışımlarından meydana gelen maddeler bir kabuklu madde, bu maddelerden oluşan kütleler de bir kabuklu kütle olurlar.

        Merkezde bir, çevrede 12 adet olmak üzere birbirine yanaşan 13 adet Eriz Ere’yi meydana getirir. Merkezindeki bir kabuklu Eriz’in çevresinde yine bir kabuklu 12 adet Eriz ikinci kabuğu oluşturduğundan Ere iki kabuklu bireyliktir.        Ere’nin ikizi Erez iki kabuklu birey, Erez’in çekirdek, Eriz ve Ez’lerin uyuç olduğu Erezit biriti iki kabuklu birit, Erezit’in oluşturduğu elementler iki kabuklu element, iki kabuklu elementlerin oluşturduğu maddeler iki kabuklu madde ve iki kabuklu maddelerden oluşan kütleler iki kabuklu kütlelerdir. İki kabuklu kütleye örnek; Merkür ve Ceres ile asteroit kuşağı gezegenleridir.

        İki kabuklu olan Erez’in çevresine 12 adet Erez yanaşınca Erek bireyliği oluşur. Çevreye yanaşmış 12 adet Erez yeni bir kabuk demektir. Bu nedenle Erek üç kabuklu bireyliktir. Erek’in ikizi Erekiz üç kabuklu birey, Erekiz’in çekirdek, Erez, Eriz, Ez’lerden bir veya birkaçının uyuç olduğu Erekizit biriti üç kabuklu birit, Erekizit’in oluşturduğu elementler üç kabuklu element, üç kabuklu elementin oluşturduğu kütle de üç kabuklu kütle olur. Üç kabuklu kütleye örnek; Venüs, Dünya, Mars, Püluton ve Titandır. 

        Üç kabuklu Erekizin çevresine 12 adet Erekiz yanaşınca Ereke bireyliği oluşur. Çevreye yanaşmış 12 adet Erekiz yeni bir kabuk demektir. Bu nedenle Ereke dört kabuklu bireyliktir. Ereke’nin ikizi Erekez dört kabuklu birey, Erekez’in çekirdek, Erekiz, Erez, Eriz, Ez’lerden bir veya birkaçının uyuç olduğu Erekezit biriti dört kabuklu birit, Erekezit’in oluşturduğu elementler üç kabuklu element, dört kabuklu elementin oluşturduğu kütle de dört kabuklu kütle olur. Dört kabuklu kütleye örnek; Güneş, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plütondur.

        Dört kabuklu Erekezin çevresine 12 adet Erekez yanaşınca Ereket bireyliği oluşur. Çevreye yanaşmış 12 adet Erekez yeni bir kabuk demektir. Bu nedenle Ereket beş kabuklu bireyliktir. Ereket’in ikizi Ereketiz beş kabuklu birey, Ereketiz’in çekirdek, Erekez, Erekiz, Erez, Eriz, Ez’lerden bir veya birkaçının uyuç olduğu Ereketizit biriti beş kabuklu birit, Ereketezit’in oluşturduğu elementler beş kabuklu element, beş kabuklu elementin oluşturduğu kütle de beş kabuklu kütle olur. Beş kabuklu kütleye bilinen bir örnek yoktur.

        Aynı numaralı kabuktan olan maddeler birbirleri ile son uyuç(elektron) alış verişine girebilirler. Ayrı numaralı kabuktan olan maddeler birbirleri ile hiçbir şekilde son uyuç(elektron) alış verişine giremezler. Bu nedenle, tüm kütleler aynı kabuklu maddeden oluşur. Ancak, meteor düşmeleri veya çok ender olan kütle birleşmeleri bir kütlede ayrı numaralı kabuktan maddelerin bulunmasına neden olabilir. Buna en belirgin örnek Aydır. Ay dört kabuklu bir gök cismi iken kendinin dört kabuklu kütlesine yakın ağırlıkta, ancak kendisinin yaklaşık altı binde biri hacimde üç kabuklu bir kütle çarpmış ve gömülmüştür. Bu gömülme merkeze varmadan durduğundan Ay’ın bir tarafı hafif, bir tarafı ağırdır. Dünya tarafından ağır tarafı daha kuvvetli çekildiğinden Ay’ın üç kabuklu kütle tarafı hep Dünya’ya dönük kalmaktadır.

Not: Bir kabuklu Er’in kabuğunda 11 adete(12 ye tamamlanması halinde bir kabuk daha kazanılacağından kabuk adedi değişecek yeni cisim iki kabuklu olacaktır) kadar Ez olabilir. Çünkü, kabuk en fazla 11 adet Ez’den oluşabilir. Dolayısı ile bir kabuklu Bireyden 11 tür, bir kabuklu Birit’ den 11 tür, bir kabuklu elementlerden de 11 tür olabilir.                                                                 

        İki kabuklu Ere’nin kabuğunda da 11 adete(12 ye tamamlanması halinde bir kabuk daha kazanılacağından kabuk adedi değişecek yeni cisim üç kabuklu olacaktır) kadar Eriz olabilir. Dolayısı ile, iki kabuklu Bireyden 11 tür, iki kabuklu Birit’den 11 tür, iki kabuklu elementlerden de 11 tür olabilir.                                

        üç kabuklu Erek’in kabuğunda 155[(12×13)-1] adete(156 ya tamamlanması halinde bir kabuk daha kazanılacağından kabuk adedi değişecek yeni cisim dört kabuklu olacaktır) kadar Erez olabilir. Dolayısı ile, üç kabuklu Bireyden 11 tür, üç kabuklu Birit’den 11 tür , üç kabuklu elementlerden de 155 tür olabilir.      

agün’e uz.(m)Enu uz.(m)tur uz.(enu)tur uzunl.(m)tur uz.(mma)mma u.(m)mma yç.(m)
GezegenbYarıçap(m)dönü sü.(sn)tur sü.(dönü)tur süresi(sn)tur sü.(mma)mma s.(sn)mma yç.(r)kütle(kg)diyecek
(1)(2)(3)(4)(5)(6)(7)(8)(9)(10)
Güneşa04,37×1093,18×10141,39×10242,93×1094,74×10147,55×10130
b6,96×1082,16×1062,93×1096,32×10152,93×1092,16×1061,08×1052,76×1029
Merküra5,79×10101,52×1072,39×1043,64×10111,52×1022,39×1093,81×108
b2,43×1065,01×1041,52×1027,60×1061,52×1025,01×1041,57×1023,75×1025
Venüsa1,08×10113,81×1071,78×1046,78×10110,92×1007,37×10111.17×1011
b6,06×1062,10×1070,92×1001,94×1070,92×1002,10×1071,93×1041,15×1025
Dünyaa1,49×10114,08×1072,29×1049,36×10113,65×1022,56×1094,08×108
b6,37×1068,64×1043,65×1023,15×1073,65×1028,64×1046,41×1015,98×1024
Marsa2,28×10112,12×1076,75×1031,43×10126,87×1022.08×1093,31×108
b3,37×1068,66×1046,86×1025,94×1076,87×1028,66×1042,91×1012,57×1024
Ceresa
b4,72×1039,45×1023
Jüpitera7,78×10114,39×1081,11×1044,89×10121,04×1044,70×1087,48×107
b6,99×1073,60×1041,04×1043,74×1081,04×1043,60×1041,07×1002,21×1023
Satürna1,43×10122,59×1083,47×1048,98×10122,54×1043,54×1085,64×107
b4,13×1073,68×1042,54×1049,35×1082,54×1043,68×1041,36×1006,54×1022
Uranusa2,87×10121,46×1081,23×1051,80×10133,96×1042,70×1084,30×107
b2,33×1073,96×1046,67×1042,64×1093,96×1048,80×1041,85×1001,62×1022
Neptuna4,50×10121,39×1082,04×1052,83×10135,69×1044,97×1081,46×107
b2.21×1075,69×1049,17×1045,22×1095,69×1049,16×1040,66×1006,60×1021
Plutona5,91×10129,42×1063,94×1063,71×10131,47×1042,52×1094,01×108
b1,50×1065,31×1051,47×1047,82×1091,47×1045,31×1052,67×1023,83×1021
Marduka
b1,14×10111,03×1020
Not(1) Parantez içindeki harfler birimleri ifade etmektedir.  (r): Gezegenin yarıçapı, (enu): Ekvator(en uzun enlem), (dönü): Kendi etrafındaki dönüşü, 
                (mma): Mutlak manyetik alan,   (m): Metre,   (sn): Saniye. Ayrıca her gezegen satırında; a: İlk yarısatır,   b: Son yarısatırdır.  
      (2) çevre uz.: Gezegenin en uzun enleminin(enuzen) uzunluğudur.         çevre sü.  : Gezegenin bir tam dönüşü için geçen süredir.       
      (3) tur uzunl.: Gezegenin Güneş etrafındaki bir turunun uzunluğudur.     tur süresi : Gezegenin Güneş etrafındaki bir turu için geçen süredir.
      (4) mma.uz.: Gezegenin mutlak manyetik alanının çevresel uzunluğudur. m.m.sü.  : Gezegenin m..many.alanının tam bir turu için geçen süredir.
      (5) mma yç.: Gezegenin mutlak Many. alanının sınırına kadar ki yarıçap uzunluğudur.  (6) gün’e uz.: Gezegenin Güneş’e olan uzaklığıdır.
      (7) Formüller: (4)a=(5)/(3),   (4)b=(5)/(3),   (6)a=(5)/(7),   (6)b=(5)/(7),   (7)a=(8)ax2p,   (8)b=(8)a/(2)b 

IŞIK
Işık, yani gözümüzün algıladığı parlaklık, ikiz haldeki bireylerin birbirlerine attıkları sığa fazlası elektriktir. Ancak onu bir şerare gibi görünür hale getiren, bu atılan elektriğin olağan miktardan fazlalığıdır. Bu olağan miktardan fazlalığa basınç, ısı veya ilâve elektrik sebep olur.                                                       

Maddeyi meydana getiren en küçük birim ÖZ dür. ÖZ bir elektrik enerjisidir ve her elektrik enerjisi gibi çevresine manyetik alan yayar. ÖZ ler birbirlerine rastladıklarında, yaydıkları manyetik alanları ile birbirlerini çekerek birbirlerinin etkin manyetik alanlarının sınırına kadar yanaşırlar. Yanaşımlı iki ÖZ, ÖZ ikizi yani “Öziz” olur.           

İkiz olmaları duruma farklılık getirir; hem çevrelerine yaydıkları manyetik alanların birbirlerine elektrik olarak dönüşümü sayesinde ömürleri uzar, hem de manyetik alanlarının ürettiği elektriğin sıralı olarak birbirlerine atılması nedeniyle üzerlerindeki elektrik yükü alternatif(çift yönlü) özellikli olur. Yeni birey Öziz’in elektriksel gücü yine bir Özlüktür, ancak manyetik gücü iki Öz gücündedir. Etkin manyetik alanının yarı çapı ise bir ÖZ’ün yarıçapının √2 katı olmuştur.                  

Bir Özizin çevresine 12 adet ÖZ yanaşırsa yeni  bir birey oluşur. Bu yeni birey bir üst bireydir ve adı E dir. E, elektriksel olarak 1 ÖZ’ün gücündedir. Çünkü enerjiler birleşemedikleri için toplanamazlar. Birleştiklerinde bir patlama ile yok olurlar. Yanaşımlı olarak bir üst bireyi oluşturmuş olan 12 (merkezdeki on üçüncü ÖZ’ün gücü gruptan dışarı çıkamaz) adet ÖZ’ün manyetik alanları birbirine katılarak bir ÖZ’ün manyetik gücünün 12 katına ulaşırlar. Ancak etkin manyetik alan yarı çapı, ÖZ’ün etkin manyetik alan yarı çapının √12 katı olur.                        

E ler ikizleşerek Ez(Elektron) olurlar. Ez, E’nin elektriksel olarak 2 katı dır. Bir Ez’in çevresine 12 adet Ez yanaşırsa yeni bir birey oluşur. Bu yeni birey bir üst bireydir ve adı Er(proton veya nötron) dir. Er, elektriksel olarak Ez’in 12 katıdır.  

İki çok uzun ömürlü bireyin ikizleşmişi olan Er, Birit(atom) oluşumunun başlangıç taşıdır. 13 adedinin bir araya gelme tesadüfü bazen uzun zaman alabileceğinden Evren’de en bol bulunan bireydir.                                                                                  

Er ler ikizleşerek Eriz[pronötron(proton ve nötron ikizleşmişi)] olurlar. Eriz Er’in manyetik olarak 2 katıdır.

Öz, E, ve Er lerin ikizleşmeleri sırasında,  birinin manyetik alanının yaratmış olduğu elektrik diğerine katılır. Bu katılım ile ikizinden daha fazla elektrikle yüklenen birey, fazla yükünü karşısındakine atar. Bu defa karşısındaki fazla yüklenmiştir, o da bu yükü iade eder. Bu fazla yük atışları her ikisi de tükeninceye kadar sürer.         

Bu fazla elektrik atışları, ikizleşmiş bireylerin birinin yaydığı manyetik gücün yarattığı elektrik gücünde olduğunda ışık oluşmamaktadır. Ancak; ısı, basınç veya elektriğin kendisinin etkisi ile bu fazla yüke çok daha fazla bir yük ilâve olursa o takdirde, birbirlerine attıkları çok fazla yük gözümüze ışık olarak görülmektedir.                  

Az sıkıştırılmış, az ısıtılmış maddeler ısınırlar. Üzerlerine az elektrik yüklenmiş maddeler yüklenmiş elektriği taşırlar, biraz da           ısınırlar. Isınma nedeni; basınç ile sıkışan, ısı ile genleşmeye çalışıp da genleşemediği için iç sıkışmaya uğrayan, veya taşıyamayacağı kadar elektrik yükü alan Birit(atom)lerin uyuç(elektron)larının dönmekte olduğu yörüngelerinden basınç ile içeriye doğru, ısı ve elektrik ile dışarıya doğru gitmeye zorlanmalarıdır. Bu zorlama yörüngeyi terk etmeye, yörüngeyi terk etmek manyetik alan kesişmesine neden olur. Manyetik alan kesişmesi de ısı enerjisi yaratır.                        

Çok sıkıştırılmış, çok ısıtılmış veya birbirlerine atabileceklerinden çok fazla elektrik yüklenmiş maddeler etraflarına ışık saçarlar. Yaratılan ısı enerjisinin ısı kimliği maddeyi genleştirerek ona olağanın üzerinde bir iç basınç verir. Enerji kimliği de ÖZ oluşturur. İkizleşen ÖZ ler de madde bünyesine kabul edilmeyerek içinde bulundukları olağan üstü iç basınçlı ortamdan dışarı atılırlar. Fırlatılan ikiz ÖZ ler üzerlerindeki çok fazla yükü birbirlerine ata ata yol alırlar. Biz de fazla elektriğin atlayışı sırasındaki şerareyi ışık olarak algılarız.    

Bir engel olmadıkça bizim ışık olarak algıladığımız dışarıya fırlamış ÖZ ikizlerinin hızları her zaman aynıdır, yani sabittir ve çok fazladır. Fizik ilmi bu sürate ışık hızı demektedir    

ÇÖL NEDİR, NASIL OLUŞUR, OLUŞMASI ENGELLENEBİLİR Mİ? ÇÖLLER DÜNYANIN NERELERİNDEDİR, OLUŞMUŞ OLAN ÇÖL BÖLGELERİ BAŞLANGIÇTAKİ DURUMLARINA DÖNDÜRÜLEBİLİR Mİ?

Çöl, kum tanecikleri ile kaplanmış geniş arazi parçasıdır.

Evet, çöl bir geniş arazi parçasının kum tanecikleri ile kaplanmış halidir. Çünkü çöller kazıldığında görülecektir ki; en fazla 2 m derine varılınca, birden kum bitecek, ya sellerin getirdiği kaya yüzeyi tortusu olan bir kil tabakasına veya parçalanmamış yüzeyli yerli (blok) kayaya rastlanacaktır.                                                                                      

Bundan şu anlaşılmaktadır: Kaya kırıntılarının suda yumuşamış tortusu olan kilden kurcalanma veya parçalanmayla kum çıkmayacağına, yerli kaya da kurcalanma veya parçalanmaya uğramamış olduğuna göre; kum burada oluşmamıştır. Bu demektir ki; kum buraya başka yerden gelmiştir.

Bakteriler, ağaç kökleri ve tarım işindeki insan eli ile zaman arzın yüzeyinin kırıklanmasına ve tozlanmasına sebep olmaktadır. Isının hem 0 derecenin altına düşüp hem de 35 derecenin üstüne çıktığı bölgelerde de kaya içindeki suyun donması ve aşırı güneş ısısının yarattığı hızlı genleşme arz yüzeyinin kırıklanmasına katkıda bulunmaktadır. Fakat ne bu katkı ne de diğer etkenler çöl yaratacak güçtedir. Bu etkenlerin yarattıklarından oluşan toz dediğimiz küçük kırıntılar sadece rüzgârın sürüklemek için kullandıklarıdır.

Eğer sanıldığı gibi; çöl adını verdiğimiz arazi parçası, yukarıda söz edilen şekilde oluşsa idi, yapılacak kazıda sanki elekten geçirilmiş gibi aynı büyüklükteki taneciklerden oluşan kuma rastlanmayacak, ayrıca; rastlansa dahi kum birden bitmeyecek, parçalanmamış yüzeyli kayaya veya kaya tortusu kile birden varılmayacaktı. Küçük kırıntılar yalnız yüzeyde olacak, yüzeyden kayaya doğru yaklaşıldıkça giderek büyüyen parçalara rastlanacaktı.

Sonradan gelmiş olan bu kum incelendiğinde görülecektir ki; tamamı sanki elekten geçirilmiştir, yani toz şeker küreciklerine benzeyen taneciklerin hemen hepsi aynı büyüklüktedir. Buraya da insanlar tarafından taşınması mümkün değildir. O halde su veya rüzgâr ile getirilmiştir.                                                                                                         

Su ile getirilse idi, çöllere akmakta olan akarsular ya da bunların kurumuş yatakları olurdu. Demek ki; rüzgâr ile getirildi. O halde önce, rüzgârın oluşumuna göz atalım:                 

Arz yüzeyinin her hangi bir bölgesinde herhangi bir sebeple artan ısı havayı ısıtır, ısınan hava genleşir, genleşen havanın yoğunluğu azalır, yani hafifler. Yoğunluğu azaldığı için hafifleyen sıcak hava kendine eşdeğer yoğunlukta olan diğer sıcak havaların bulunduğu yere kadar yükselir. Yükselen havanın yerine henüz ısınmamış olan yanındaki ağır soğuk hava gelir.  

Yükselen sıcak havanın yerini doldurmak üzere yerin yüzeyini terk etmeden yapılan bu soğuk hava hareketine rüzgâr diyoruz.

Yukarıya yükselerek kendine eş yoğunluktaki havaların yanına yerleşen hava da yanına geldiği havayı iter, ittiği hava da yanındakini iter. Giderek soğuyan yani ağırlaşan bu havanın hareketi yükselen havanın yerine gelen soğuk havanın ilk bulunduğu yere kadar alçalarak sürer. Havanın yukarı katmanlarında cereyan eden ve sonunda yere inen bu hava hareketi de rüzgârdır.          

Böylece; yer yüzeyinde soğuk yerden sıcak yere doğru, belirli bir yükseklikte de sıcak bölgeden soğuk bölgeye doğru hareket eden birbirine ters yönde iki hava akımı olurYeryüzünün en sıcak yeri ile en soğuk yeri arasında ise; bu hava akımları büyük ölçüde ve kesintisizdirler.                                                                                                             

Dünya’nın en sıcak yerleri güneş ışınlarının Dünya’ya dik gelerek en az kalınlıktaki atmosfer tarafından en az soğurulduğu yerlerdir. Dünya’nın kendi etrafında dönme ekseninin eğikliği nedeni ile güneş ışınlarının dik geldiği yerler yalnız ekvatordan geçtiği var sayılan bir sanal çizgi değil, bu var sayılan çizginin 23,5 derece kuzey ve 23,5 derece güneyindeki dönenceler arasındaki 47 derecelik enlem hattını kapsayan geniş bir şerittir. Dünya’nın en soğuk yerleri de güneş ışınlarının en eğik geldiği hatta yılın altı ayı hiç gelmediği yerler, yani; kutuplardır.

Demek ki;  özel durumlar dışında, yer yüzeyindeki yüzey rüzgârları kutuplardan gelip ekvator bölgesindeki dönencelere gitmektedir.                                                  

Kutuplardan gelen rüzgâr, yüzey tozlarını önüne katıp hızının azaldığı yerlerde getirdiği tozlardan büyük parçalıları bıraka bıraka toz şeker büyüklüğünde ve daha küçük olanlar ile birlikte dönence bölgesine varmaktadır. Dönence bölgesine geldiğinde iyice ısınarak, kendinden önce ısınıp da yükselmiş havayı takiben getirebildiği tozlarla yükselmekte, yükselirken bu tozların çok incecik olanlarını beraberinde götürürken toz şeker küreciği büyüklüğünde olanlarını daha fazla yükseltemediğinden bırakmakta, onlar da aşağıya düşmektedir.

Milyonlarca yıldır rüzgârın bu işlemi tekrarlaması kuzey yarı küredeki dönence kuşağında kumsal alanlar, yani çöller yaratmıştır.                                            

Güney kutbu ile oğlak dönencesi arasında aynı rüzgârlar oluşmakta, fakat bu rüzgârlar Avustralya güney bölgesinden başka tozlu kara parçasına rastlamadığından, güney yarı kürede Avustralya büyük çölünden başka çöl yaratamamışlardır.              

Güney kutbu ile oğlak dönencesi arasında kara parçası olarak Afrika kıtasında ormanla kaplı bölgeler vardır. Bu nedenle, rüzgârlar önüne katacak toz bulamazlar ve oğlak dönencesinin Afrika bölümünde çöl yaratamazlar.                                                                       

Güney Amerika bölümünde ise dönence bölgesinin kendisi de kuzeyi de güneyi de ormanlarla kaplıdır.  Bu nedenle bu geniş ormanlık bölgede aşırı ısı farkı oluşamamaktadır. Oluştuğu zamanlarda da, Dünya’nın batıdan doğuya dönüşü, uzun yolu olan güney rüzgârlarını batıya doğru kaydırır. Bu rüzgârlar, Arjantin pampalarından koparabildiği az miktardaki tozu da götürür Büyük Okyanus’un Güney Amerika kıyı bölgesine döker. Dökülen tozlar da suyun dibine gider. Biz de onları göremeyiz.                       

Dönenceler bölgesinde bulunmayan Gobi ve Nevada çölleri bu oluşumun dışında görünmektedir. Ancak; durum öyle değildir. Aynı kurallar onlar için de geçerlidir. Gobi, hem en çukur, hem de bitki örtüsüz olduğundan bölgenin en sıcak yeridir. Bir tarafta kuzey kutbu, diğer tarafta Himalayalar en soğuk bölgeleri oluşturmakta, her iki taraftan gelen soğuk hava Gobi bölgesinde hortum tipinde yükselmektedir. Bu hortumlar da sadece 4000 yıllık zaman içinde dahi koskoca iç denizi kurutup yerine kumla kaplı bir alan, yani çöl yaratabilmiştir. Nevada çölü için de durum aynıdır. Nevada en sıcak bölge, kuzey kutbu ile ABD / Meksika sınırı bölgesindeki dağlar da soğuk bölgedir. Gobi’dekinin benzeri hortumlar da burada çöl yaratmışlardır.        

Sonuç olarak; çöller, rüzgârların yükseldiği yerlerde ve onların getirdiği tozlardan oluşmuşlardır. Yeryüzünün her yeri her mevsimde bitki örtüsü ile kaplı olmadıkça geniş tozlu alanlar her zaman bulunacak, sıcak ve soğuk bölgelerin meydana gelmesine engel olunamadıkça da rüzgârlar oluşacaktır. Oluşan rüzgârlar da bitki örtüsüz alanların tozlarını taşıyarak yükselmek zorunda kaldıkları sıcak yerlerde bu tozları bırakıp kum yığınları yani çöllerin oluşmasına sebep olacaklardır. Çöllerin oluşumu ise engellenemeyecek ve bu bölgelerin yerlerinin değiştirilmesi mümkün olmadığından çöllerin yerleri de değiştirilemeyecek ya da bu yerler başlangıç durumlarına, yani kumsuz hale döndürülemeyeceklerdir.       

İKİT ÇEKİM(kohezyon) ve YÜZEY ÇEKİM(adezyon)

İkit(molekül) çekim(kohezyon): Bilindiği gibi; madde enerjiden ibarettir. Küçük enerji birimleri yarattıkları manyetik alanlarının birbirlerini çekimi ile bir araya gelip büyük gruplar oluşturarak çekirdekleri, küçük gruplar oluşturarak da uyuç(elektron) ları meydana getirirler. Çekirdekler çekimlediği uyuçlar ile birit(atom) i oluşturur. İkizlenmiş çift birit ise ikit(molekül) adını alır. İkitler de madde (cisim) yi oluştururlar.
Madde içinde bir arada bulunan ikit(molekül) ler, manyetik alanları ile birbirlerini çektiğinden birbirlerine çekimli kalırlar, yani bir arada olurlar.
Bu durum, katı cisimlerde ikit(molekül) lerin birbirine kuvvetle bağlanması şeklinde görülür. Öyle ki; ikitlerin birbirinden ayrılabilmeleri için kesme, parçalama, törpüleme gibi güçlü fiziki dış kuvvetler uygulamak gerekir.
Gaz halindeki cisimlerde ikitler birbirinden uzakta olduklarından birbirlerini çekimleri, aralarındaki kendi yarıçapları cinsinden mesafenin karesi ile doğru orantılı olarak azalır. Diğer bir deyiş ile; birbirlerini çekimleri, aralarındaki kendi yarıçapları cinsinden mesafenin karesi ile ters orantılı güçte olur. Bu durum, bir dış etkinin(bir katı veya sıvı cismin çarpması, hatta bir başka gaz-meselâ hava-hareketi ile karşılaşma) olması halinde ikitlerin birbirlerine göre kolay konum değiştirmesine ve bazen birbirlerinden kolayca kopmalarına, yani ayrılmalarına neden olur.
Sıvı halindeki cisimlerde ise, ikitler bir arada olurlar ancak; birbirlerini çekim gücü, katı cisimlerde olduğundan az, gaz cisimlerde olduğundan fazla olur. Bir dış etki(katı veya bir başka sıvı cisim ile çarpışma ya da güçlü bir gaz-meselâ hava-hareketi ile karşılaşma gibi) ile ayrılmaya zorlanması halinde sıvı cisimlerin ikitleri birbirleri etrafında konum değiştirirler (toplanır, yayılır, akarlar), bazen de tamamen ayrılırlar.
Sıvı ikitlerinin karşılaştığı dış etkiye direnerek birbirlerini çekimleri sonucu bir araya gelip damlalar oluşturması ile taşma seviyesine kadar dolu bir kaptaki suyun taşmayarak habbeleşmesi “ikit çekim”e bir örnektir.

Yüzey çekim(adezyon):
Tüm ikit(molekül)ler gibi sıvı ikitleri de birbirlerini çekerek bir arada olurlar. Ancak; temasta olduğu yüzey tarafından da çekilirler. Bu çekim ile; temas yüzeyinin ikitleri bir kutup, suyun ikitleri de karşı kutup olur.

Katı yapıda olan temas yüzeyinin ikitleri konumlarını değiştiremez, fakat sıvı yapıdaki su, alkol, yağ, ince petrol ürünleri gibi maddelerin ikitleri konum değiştirebilirler. Bu nedenle aynı kutbu edinmiş olan sıvı ikitleri birbirlerini iterler. Böylece, sıvının aynı kutuplu ikitleri temas yüzeyinden ayrılamadıklarından temas yüzeyleri üzerinde tek sıra haline gelmek zorunda kalırlar. 

Bu durum, sıvı moleküllerinin yatay temas yüzeylerinde tek sıra olarak yayılmalarına, dikey temas yüzeylerinde ise tek sıra olarak tırmanmalarına neden olur. Tırmanma, bir bardak içindeki suda ½ santimetreye kadar ulaşır. Bir boru içinde ise; tırmanma mesafesi, boru ne kadar dar olursa o kadar uzun olur. Bu mesafe, kabloların iletken telleri ile bu telleri saran gevşek izolasyon plâstiği arasında yüzlerce metreyi bulur.

Bir kap içindeki suyun, kabın iç yüzeyinde ½ cm kadar yükselmesi ve döküldüğü düzgün ve temiz yatay yüzeylerde çok ince bir tabaka olarak yayılması ile, gaz lambalarının fitilinin, içine daldırıldığı gaz yağını fitilin ucuna yani lambanın yanma yerine kadar götürmesi ve bitkilerin köklerinden aldıkları suyu yapraklara kadar taşıması “yüzey çekim”e örnektirler.

Yüzey çekimi fark ederek gözlemleyebilmemiz için açık yatay yüzeye yayılan sıvının akmasının sürmesi gerekir. Akması sürmez ise çok ince bir tabaka halinde yayılmakta olan az miktardaki sıvı buharlaşarak uçacak yani, görünmeyecektir. Yakın iki plaka arası(ağaç özünün lifsel yüzeyleri arası, gaz lambası fitilinin liflerinin arası) veya ince boru(bir kablonun iletkeni ile etrafını biraz gevşek sarmış yalıtkanı arası)gibi kapalı olan yatay ya da dikey yüzeyler aralarında buharlaşma yaratacak kadar hava akımı olmadığından sıvının yayılması algılanabilecektir.                                                                                                                                                                                                                                           

DEPREM NEDİR? NASIL OLUŞUR?

Deprem, yer kürenin orta bölgesindeki akkor haldeki sıvı kısmın(magma), sürekli olarak artması nedeniyle, yer kürenin çevre bölgesindeki katı kısmı (kabuk) zorlayarak yarması veya çatlatmasının yer yüzeyinde titreşim olarak algılanmasıdır.

Dünya, üç kabuklu sıradan bir gök cismidir. Hiçbir yerden kopmamıştır. Eğer sanıldığı gibi Güneş’ten kopmuş olsa idi Güneş’in yapısında, yani yalnız hidrojen ve helyumdan ibaret olur idi. Oysaki Dünya’nın yapısında şu ana kadar bilinene göre 118 (istenirse yapay şekilde ve izotopsuz olarak elde edilebilecekler ile birlikte155) adet element vardır.

Dünya’nın orta bölgesinin akkor oluşu, moleküllerin birbirini çekimi nedeniyle, merkezde birleşen aşırı basınç(hemen kabuğun altında bile m2 ye »40000 ton) yüzündendir. Yüzeyden başlayarak merkeze kadar varan bu sürekli basınç ısı enerjisi yaratmaktadır.                                   

Yaratılan ısı enerjisinin ısı kimliği durmaksızın magmanın ısısını arttırmakta, ısısı artan (hemen kabuğun altında en az 2000 C0 a varan) magma, en kalın yeri 26,5 km. olan kabuğu iç taraftan sürekli olarak eriterek kendine katmakta, yani kabuğu inceltmektedir.

Yaratılan ısı enerjisinin enerji kimliği de madde oluşturarak magmaya katılmakta, böylece magmanın hem kütlesini hem de hacmini arttırmaktadır. Artan hacmi nedeniyle magma, bulduğu veya açtığı deliklerden dışarı çıkmaya çalışmakta, mevcut deliklerin yeterli olmaması halinde de, kabuğu zorlayarak zayıf yerlerinden çatlatmaktadır. Bu depremdir. Çatlattığı yarığa yayılan magma, bulunduğu yerleri ısıtarak genişlemeye neden olmaktadır.  Yayılma durduğunda soğumaya başlayan bölge kültesi büzülmeye başlayınca boşluklar oluşmakta, büzülmüş kültenin bazı kısımları boşluklar üzerine çökmektedir. Bu da artçı depremdir. Artçı depremler soğuma bitinceye kadar tekrarlanmakta ancak, giderek boşluklar küçüldüğünden şiddetleri azalmaktadır.   

İlk deprem, Dünya henüz 35 ~ 40 km yarıçapında iken oluştu. Dünya 25 ~ 30 km yarıçapında iken, merkezindeki aşırı basınç(yaklaşık 25 km kadarki bir kalınlıktaki kültenin yaptığı basıncın yarattığı aşırı ısı akkorlaşma yaratmakta) merkez bölgeyi akkorlaştırmaya başladı. Akkorlaşan merkez bölgenin yarıçapı yaklaşık 10 km ye erişince yani Dünya’nın yarıçapı yaklaşık 50 km ye varınca bulunduğu yere sığamayıp kabuğu geren magma ak korlaşmamış katı kısmı(kabuğu) patlatır gibi yardı. Dünya da bu basınç ile bir kutbundan diğer kutbuna kadar üç yerden yarıldı. Sonraki depremler, çoğunlukla, kabuğun en ince ve zayıf yeri olarak kalan bu ilk depremler bölgesinde oldu.  Her deprem bu bölgeleri biraz daha genişletti. Bu genişlemeler sonunda bu yarıklara dolan sular okyanusları oluşturdu, okyanusların birbirinden ayırdığı kara parçaları da bildiğimiz kıta adlarını aldı.
Moleküllerin birbirini çekimi sonucu oluşan bu basınç merkez bölgedeki magmayı arttırmayı, artan magma da çevre bölgedeki kabuğu ısıtmayı sürdürdü.  Isınan kabuk bünyesindeki maddelerden çıkan gazlar yüzeyde toplanmaya başladı. Yer küre üzerinde ve fakat yer küreden değişik yapıda olan bu gazlar ile yer küre arasındaki gerilim farkının sonucu olan şerareler, bu gazlar içinde bulunan hidrojen ve oksijen gazlarının birleşerek su buharı oluşmasına neden oldular.
Oluşan su buharı, düşük ısıdaki ortamlara rastladığında su damlacıkları olarak yer yüzeyine indi. Zamanla artan su tanecikleri akarsu olup çukur yerlere akarak gölleri ve denizleri meydana getirdiler. Böylece, depremlerin yarattığı büyük yarıklarda okyanuslar oluştu. Zamanımızda depremler çoğunlukla yer küre kabuğunun hem en ince hem de en zayıf yeri olan bu okyanus diplerinde olmakta, yardığı yerden yüzeye çıkan magma su altında yüzeye çıkmış ya da çıkamamış tümsekler(su yüzüne çıkanlara ada diyoruz) oluşturmaktadır. Depremlerin büyükleri okyanus diplerinde olurken nisbeten küçükleri de diğer zayıf yerlerde zuhur etmektedir.  

Anlaşıldığı gibi; moleküllerin birbirini çekimi(biz buna ağırlık demekteyiz) nedeniyle oluşan basınç ısı enerjisi yaratmakta, ısı enerjisinin ısı kimliği magmanın ısısına ısı katmakta, bileşerek madde olup magmaya katılan enerji kimliği de magmanın hem kütlesini hem de hacmini arttırmaktadır. Kütlesi ve hacmi artan magma da bulabildiği deliklerden dışarıya çıkmakta, deliklerin yeterli olmaması halinde zayıf yerinden kabuğu çatlatarak yüzeye yayılmaktadır. Bu yarmalar sırasındaki zorlamalar, kabuk yüzeyine titreşim olarak yansımaktadır. Biz de buna deprem demekteyiz.
Depreme neden olan titreşimleri yaratan yarılmaların sebebi magmanın hacminin artışıdır. Magmanın hacminin artışı yavaş olduğundan bir ölçüm ile bu durum değerlendirilememekte, sabit hızda olduğundan da fark edilememektedir. Bu nedenle depremin nerede ve ne zaman olacağını anlamak mümkün değildir.  Ancak; ne kadarlık zaman aralığında kabuğun çatlatıldığı ve çatlama yerlerinin nereleri olabileceği gibi bazı bilinenler vardır. Bu bilgiden yararlanarak tespit edilmiş zaman aralığı dolduğunda, üzerinde nüfus barındırmayan zayıf yerlerden biri yapay titreşimlerle daha da zayıflatılarak çatlamanın orada olması sağlanabilir.

                                                                                                                                            

PİRAMİTLER

 Piramitler, uzaydan gelmiş olanların, Dünya gezegenine kendilerinden sonra geleceklerin kendilerini bulabilmeleri için inşa etmiş oldukları mükemmel nirengi noktalarıdır.

Uzaydan gelmiş olanlar kendilerinden sonra geleceklerin kendilerini bulmalarını istiyorlardı. Çünkü gelişlerinden sonraki uzun zaman içinde, doğa ile savaşmaktan ve yerli ilkel halkı evcilleştirip yönetmek meşguliyetinden eğitime zaman ayıramamışlardı. Zaman olduğunda da araç ve bilgi yokluğu nedeniyle sonraki kuşaklara uygun eğitimi verememişler, hem yaşama kolaylık getiren hem de iktidarlarını sürdürmek için gerektiğinde cezalandırmada gerektiğinde mucize olarak göstermede kullandıkları araç, bilgi ve teknolojiyi yitirerek sıradan güce sahip sıradan insan durumuna düşmüşlerdi. Egemen güç olmayı sürdürmek,  bunu sağlamalarından sonra da egemenlik alanlarını genişletmek için yeni araç, bilgi ve teknoloji ile güçlerini yenilemeye ve kendilerinden birilerinin katılımı ile yenilenmiş güçlerini arttırmaya ihtiyaçları vardı. Şiddetle gereksinim duydukları bu olanakları da doğal olarak yeni geleceklerden sağlamayı umuyorlardı.

          Piramitler mükemmel nirengi noktalarıdır. Çünkü inşa edilmiş oldukları geniş düzlükler içinde Güneş’in aydınlattığı geniş ve büyük yüzeyleri ile çok uzaklardan itibaren kolayca görülürler, kendilerini diğer tabiat cisimlerinden ayıran geometrik şekilleri, insan eli ile yapıldıklarını ancak, bu geometrik şeklin keskin hatlı ve kusursuz orantılı görünümü de bunları yapan insanların çok gelişmiş olduklarını anlatır. Bunun için, geldiklerinde Dünya etrafında dolanarak böyle bir işaret arayacak olan yeni gelenler bu piramitleri gördüklerinde anlayacaklardı ki; kendilerinden önce gelenler burada idiler ve zaman içinde yapılmış olan iyileştirmeler ve kendileri görüldüklerinde alınacak önlemler nedeni ile hem güvenli hem de maksada uygun iniş yeri burasıdır.

          Gezegenleri aşırı ısınma nedeniyle yaşanamaz hale gelince, olanağı olanlar Venüs’ü terk ettiler. Gidebilecekleri gezegenler kendi gezegenleri gibi üç kabuklu olan Mars ve Dünya idi ve ne iyi şans idi ki bu iki gezegen de burunlarının dibinde idi. Birkaç uzay aracı ile sınırlı miktarda bir kısım Venüslü Mars’a gitti, bir kısım Venüslü de kendilerine daha yakın olan Dünya’ya geldiler. Dünya’ya gelenler Mu(Atlantis) kıtasına indiler. Kıta halkı ile çiftleşerek baskın genleri nedeniyle onları kendilerine benzettiler, sonra da bu halk ile Mu medeniyetini kurdular ve aynı kabuklu atomlardan oluşan bu yeni gezegenin yer çekimi, toprak yapısı, atmosfer cinsi ve kalınlığı ile bulunduğu çağ(aşınma zamanı) kendi gezegenlerine çok benzediğinden bir kan basıncı(tansiyon) problemi bile yaşamadılar.

          Dünya, yaklaşık 50 Km.lik yarı çapa sahip iken geçirdiği ilk depremi ile, bir karpuzun sapından dibine kadar yarılması gibi, kuzey kutbundan güney kutbu yakınına kadar boylu boyunca üç yerinden yarılmıştı. Amerika kıtası ile Asya kıtasını birbirinden ayıran büyük yarık, zaman içinde yeni depremlerle açılmış ve açıldığı yerde büyük okyanus oluşmuştu. İlk depremden sonraki magma artışları çoğunlukla bu yarıktan dışarı çıkmış, dışarı çıkan magmalar da Mu kıtasını yaratmıştı.
Günümüzden 14400 veya 10800(3600 yıllık bir tur zamanına sahip olan Marduk gezegeninin Dünya’yı ilk mi ikinci mi ziyaretinde vuku bulduğu hakkında bir kesinlik yok) yıl kadar önce, Marduk gezegeninin çekimi ile diğer sular gibi Büyük Okyanusun suları da orta doğuya kaydı. Yerini terk eden büyük okyanusun sularının basıncının kalktığı yerde lavlar kabuğu iterek yüzeye fırladı. Fırlayan lavların yerini doldurmak üzere Mu kıtası çöktü. Sulara gömülen kıtanın sadece kenarlarındaki insanların çok az bir kısmı kendilerini batmamış kara olan Asya ve Amerika kıtasına atmayı başardı.

Bu insanlar, kendileri için yeni olan kıtanın kenarındaki yerli halk ile kaynaşarak yaşamlarını sürdürdüler. Zamanla, hem yaşama hem de tarıma daha uygun yumuşak iklimli yerler arayışına giren zor beğenir bazıları kona göçe yeni kıtanın ortasına kadar geldiler. Asya’ dakiler bu göçlerini buldukları bir iç denizin kıyılarına kadar sürdürdüler ve tsunamiden uzak bu su kenarını beğenerek yerleştiler.
Mu kıtasında Dünya’ya göre üstün sayılabilecek bir medeniyet kurmuş olan Venüslü göçmenler, şiddetle ihtiyaç duydukları medeni kolaylıkları ve tahakküm silahlarını getireceklerini umdukları yeni gelecek Venüslüler için mutlaka nirengi noktaları oluşturmuşlardır. Ancak; kıtaları battığı için biz bu nirengi noktalarından haberdar değiliz.
Kıtaları batınca kendilerini Asya kıtasına atan Mu kıtasının batı sahili sakinleri, asırlar boyunca bulundukları yerlerde piramitler yaptılar. Bu piramitler tespih tanesi gibi sarı deniz kıyısından Orta Asya^ya kadar dizilidir. En büyükleri olan büyük beyaz piramit  32 22 39, 12  N- 108 41 08, 62 E koordinatlarındadır. 300 M. yüksekliği olan bu Dünya’nın en büyük piramidi 05 OCAK 2008 e kadar Google Earth uydu haritasında 250 m yükseklikten çok net ve detaylı şekilde görünüyor ve ayrıca üzerinde tarım yapılmaya başlanmış şekildeki sekili bir resmi de yer alıyordu. Şimdi bulunduğu bölge 13 Km. yükseklikten verilmekte olan görüntülere sahiptir. Sekili görünüm fotoğrafı da kaldırılmıştır.
Mu kıtası batınca kendilerini Amerika kıtasına atmayı başaran Mu kıtası doğu kıyıları sakinleri İnka medeniyetini kurdular. Bizim yılın günlerinin özümlemesi olarak değerlendirdiğimiz piramidi ve hava aracı inişine yol gösteren kulvarları inşa ettiler. Ayrıca, bilmediğimiz veya başka anlam verdiğimiz kim bilir nice piramitler veya piramit yerine geçen nirengi noktaları da inşa etmiş olmalılar.

Bir 10000 yıl sonra da Mars gezegeni yaşanamayacak derecede ısınınca olanakları olan Marslılardan bir grup da o yıllarda ılıman iklim yaşayan yukarı Mısır’a indi.  Kendilerinden sonra gelecek olan Marslıların kendilerini bulabilmeleri için onlar da geniş düzlüklerin ortasına piramitler inşa ettiler. Asya ve Amerika’dakilerin piramitleri inşa ederken işçileri inşaya nasıl ikna ettikleri bilinmiyor. Ancak Firavunların ikna usulünü anlayabiliyoruz; köleler gerçeği bilirlerse kendilerinin köleliğini uzatacak ve daha kötü şartlarda hükmedilmelerini sağlayacak yeni güçler için iniş yeri yapılmasına vasıta olmak istemeyebilirlerdi. Bu nedenle Firavunlar, yapılmakta olan inşaatı, babasının veya öldükten sonra kendisinin konacağı bir anıt mezar olarak tanıttılar. İnşaatın sonuna doğru durumu anlayan mühendis ve işçi başıları da söylemleri ile piramidin sonradan yıkılması riskini yaratmamaları için piramidin çıkış yollarını kapatarak bunları ebediyen hapsettiler.                                                                                                Firavunlar, kölelere kolay hükmetmek maksadıyla, kendilerini Yaratıcı adına görev yapan üstün insanlar olarak kabul ettirmişler, öldükten sonra olacak hayat için dirilmek üzere babalarına tahnitleme işlemi yaptırmışlar, yanlarına da kıymetli taşlar koydurmuşlardı. Bu anıt mezarlar gerçekte yeni gelecekler için nirengi noktaları idi. Kıymetli taşlar ve altın ziynet eşyaları da dirilecek firavunun sağlığındaki şaşaalı hayatın benzerini sürdürebilmesi maksadıyla kullanması için değil, yeni geleceklerin yerli halka eskiler gibi hükmetmeleri yolunda kullanmaları için birer başlangıç sermayesi olarak konulmuştu(yeni gelenleri, kendileri tipinde bir tahakküm imparatorluğu kurmalarına ikna yolunda bir rüşvet de olabilir). Halen piramitlerin inşasında kullanılan taşların büyüklüğü bazılarımızı şaşırtmakta, tortul kaya tipindeki bu taşların nereden getirildiği yolunda araştırmalar yapılmakta, nasıl taşınmış olabileceğine dair de kafa yorulmakta. Oysa ki; o bloklar tortul kaya yani taş değildir. Hiçbir yerden getirilmemişlerdir. Dökme harç ile yapılmışlardır. Isı değişikliklerinin yaratabileceği çatlamanın önüne geçmek maksadıyla bloklar şeklinde oluşturulmuşlar, hemen hemen aynı boyuttaki küçük çakıl taşlarının harçla birleştirilmesi ile meydana getirildiklerinden de tortul kaya görünümünde olmuşlardır. Önce kum kireç karışımına az çimento eklenerek elde edilen ara harcı düzlenmiş kaya üzerine serilmiş, kurumasına yakın harcın üzerine kalıplar konmuş, Nil’e dökülen derelerden getirilmiş ve çok iyi yıkanmış küçük çakıllar kum ve çimento ile karıştırılmış, bu karışıma da az miktarda kireç eklenerek elde edilen asıl harç bu kalıplara dökülmüştür.

Sonra da bloklar arasında bırakılan ince boşluk ara harcı ile doldurulmuştur. Harçlarının donmasından sonra bu ilk sıra blokların üzerine yeniden ara harcı serilmiş, donan ara harcı üzerinde yeniden blok sırası oluşturulmuştur. Bu işlem piramit tamamlanıncaya kadar sürdürülmüştür.
Sonuç olarak; Piramitler, daha önce uzaydan gelmiş olan firavun sülâleleri tarafından, yeni gelecek uzaylılara iniş yerini işaret etmek için inşa ettirilmişlerdir. İnşa, yerinde hazırlanan kalıplara çakıl taşlı harçların dökülmesi şeklinde yapılmış, her sıranın harçları kuruduktan sonra bir üst sıranın bloklarının dökülmesi gerçekleştirilmiştir.

GİDEREK ARTAN ISINMA

Son on yıl içinde, Dünyamızın giderek artan bir şekilde ısınmakta olduğunun farkına varıldı. Bu ısınmaya sebep olarak, spreylerle ozon tabakasının delinmesi ve karbon di oksit gazı ile sera etkisi yaratılması öne sürüldü.                                                                                         

Saptama doğru; “küresel ısınma” adı takılmış olan bir giderek artan ısınma var. Ancak, sebeplerin ikisi de inandırıcı değil. Zira Avustralya civarındaki ozon tabakası inceliği yalnız o bölgede güneş ışığı ısısını arttırır, bu artış Dünya’nın diğer bölgelerine hiç denecek kadar az yansırdı. Dolayısı ile zaten henüz çok az olan ısı artışları da sadece o bölgede gözlemlenirdi. Sera etkisine gelince; Dünya yüzeyinden kilometrelerce yüksekte bir kabuk şeklinde teşekkül etmekte olduğu iddia edilmesine rağmen, bu güne kadar bu kuşağın ne varlığının gözlemlendiğinden ne de ısı yalıtımını ne şekilde sağladığından söz edildi. Ayrıca; olsa idi bile, oluşacağı var sayılan karbon dioksit gazı kuşağı(kabuğu) daha az yoğun(yani sıcak) gazların aradan geçerek yükselmesine nasıl engel olacaktı da bir set gibi duracaktı ve set gibi durabilseydi de o kadar yükseklikte ne kadar sera etkisi yaratabilecekti.

Söylenenleri ve iddia edilenleri bir tarafa bırakarak, giderek artan ısınmanın nedeninin anlaşılması için sıralı olarak düşünelim;                                                                            

Önce; Dünya’nın orta bölgesinin neden akkor olduğunu anlamaya çalışalım. Kayalık bir bölgede düzlenen bir yere kenarları 1 m olan küp şeklinde bir platin, platinin üzerine de 100 m yüksekliğinde toprak yığalım(umalım ki; koyacağımız kenarlık sayesinde de toprak 100 m boyunca dökülmeden dursun). 21 tonluk platin küp üzerine ortalama özgül ağırlığı 1,5 kg/dm3 olan topraktan 150 ton konmuş olacağından, toplam olarak 171 tonluk bir ağırlık 1 m2 lik yere basmış olur. Bu durumda platinin konduğu kayalık yerde muhtemelen biraz ezilme çıtırtısı olur o kadar. Toprağı 1000 m(1 km)ye çıkarmamız halinde, 1 m2 ye 1500 tonluk (platinin ağırlığı artık dikkate alınmayabilir) bir basınç oluşacağından, platinin bastığı kayalık yerden herhalde dumanlar çıkmaya başlar. Toprak 20 km yükseltilirse, platine yakın toprak bölüm de, platin de, platinin bastığı kayalık yer de akkor hale gelip sıvılaşır.                       

Düşünün ki; moleküllerinin birbirini çekimi nedeniyle her yönden merkezine doğru kaçınılamayan bir basınç(yani ağırlık) olan Dünya’nın yarıçapı 6401 km. Yani merkezinden itibaren yüzeye kadar 6401km yüksekliğinde bir toprak yığılı. Daha yüzeyin 30 kilometre derinliğinden sonra kaçınılmaz şekilde akkorlaşma olacaktır. (Dünya’nın yarıçapının 6401 km olduğu bilgisi yenidir. 50 yıldır 6377 km olarak biliniyordu. Demek ki 50 yılda Dünya’nın yarıçapı 24 km arttı. Bu da, Dünya’nın tüm gök cisimleri gibi sürekli olarak büyüdüğünün en güzel ve gerçekçi kanıtıdır.)

Bu akıl yürütmeden sonra şu anlaşılmış olmalıdır: Dünya Güneş’ten ya da başka bir gök cisminden kopmamıştır(esasen, Güneş’in, hidrojen ve helyumdan ibaret olduğu söylendiğine göre; O’ndan kopan her şey de hidrojen ve helyumdan ibaret olurdu. Oysaki Dünya’da şimdiye kadar bulunmuş olana göre 118 element var). Yani, Dünyamız önceden akkor olup da Güneş’ten koptuktan sonra giderek soğuyan bir kütle değil, moleküllerinin birbirini çekiminden doğan basınç nedeniyle orta bölgesi akkor olan ve kesinlikle kopma dışı bir şekilde oluşmuş ve giderek ısısı artmakta olan bir gök cismidir.   

Sonra; Dünya’nın kabuğunun kalınlığı hakkında fikir sahibi olmaya çalışalım. Dünya’nın orta bölgesinin magma denen akkor haldeki bir sıvı yapıda olduğu, Dünya’nın çevre bölgesi olan ve kabuk adı verilen katı kısmının da en kalın yerinin 26,5 km civarında olduğu (bu bilgi 40 yıl önceye ait, şimdi daha da incelmiştir) biliniyor. Burada durup, bir kıyaslama ile kabuğun kalınlığı hakkında bir fikir edinelim: Ortalama bir yumurtanın yarıçapı 3 cm, kabuğunun kalınlığı da yaklaşık ¼ mm dir. 4 adet kabuğu üst üste koyarsak 1 mm, 40 adet kabuğu üst üste koyarsak 1 cm, 120 adet kabuğu üst üste koyarsak 3 cm ediyor. Yani; yumurtanın kabuğu, yumurtanın yarıçapının 120 de biridir. Bir hayli ince. Peki ya Dünya’nın kabuğu? Dünya’nın kabuk kalınlığı 26,5 km, yarıçapı da 6401 km olduğuna göre 26,5 / 6401, yaklaşık olarak 1/240 olur. Sonuç: Dünya’nın kabuğu Dünya’ya göre, yumurtanın kabuğunun yumurtaya göre olduğundan 1 kat daha ince. Biz de, magmanın üzerinde yüzmekte olan bu incecik kabuğun yüzeyindeyiz.

Son olarak; bir başka hususun aydınlatılması gerekecektir; madde neden ibarettir? Biliyoruz; enerjiden. Çünkü 30-35 yıldır, ilim adamları “madde enerjiden ibarettir” diyorlar. Diyorlar da neden, nasıl ve ne biçimde olduğundan söz etmiyorlar. O da yine akıl yürütme ile aydınlığa çıkarılabilir: Bilindiği gibi, Evren boşluktan ibarettir. Ancak, boşluk bir hiçlik değildir. Çok seyreltik bir elektrikli ortamdır. Bu ortam içindeki maddelerin yaydığı manyetik alanların kesişmesi ile çok küçük enerjiler ürer. Sabun köpüğü gibi bir boşluk küreciğinin yüzeyini kaplamış gibi olan bu birim(en küçük) enerjiler, yarattıkları manyetik alanları ile birbirlerini çekerek birbirlerine yanaşırlar.

Bu yanaşım, yapışma değildir; her küçük birim, diğer küçük birimin mutlak manyetik alanının sınırına kadar gelir ve ona çekimli olarak kalır. Bu şekildeki yanaşımlar ile merkezde 1, çevrede 12 olmak üzere toplam 13 adede ulaşılınca bir üst birim oluşur. Bu üst birim ancak kendi gibi olanlarla bir araya gelebilir. Kendini oluşturan birimlerle karşılaştığında ise; onları ancak kendine uyuç yapabilir. Çünkü yeni birim, kendini meydana getiren küçük birimlerin güçlerinin birleşmesi ile 12(merkezdeki birimin manyetik alanı, çevredeki 12 birimin Faraday kafesliği nedeniyle dışarı çıkamadığından bir manyetik güç olarak algılanamaz)birimlik olmuştur. Artık bu 12 birimlik bir bireye bir birimlik bireylerin yanaşabileceği yer, diğer bir birimliklere yanaşabilecekleri mesafenin √12 katı kadardır.

Bu 13 lük birimlerin bir veya bir kaçının yanaşarak oluşturduğu gruplar ile çekirdeği, bu grupların uzağına gelip yamanabilen küçük birimler ile de uyuçları (elektron) oluşturulan atomların yan yana gelmelerinden elementler, elementlerin kaynaşımı veya karışımından da madde meydana gelir.         

Evet, maddenin enerjiden meydana geldiği biliniyor ve söyleniyordu, bunun nasıl olabileceği hakkında da akıl yürüttük ve bir sonuca vardık. Şimdi anlatılanlar birleştirildiğinde, Dünya’nın neden giderek ısındığı meydana çıkacaktır.                                         

Dünya, kendisini meydana getiren moleküllerin birbirini çekimi dolayısı ile küresel bir şekil almış ve bu çekimin yarattığı basınç nedeni ile de küresel yapısının iç bölgesi merkezde 8000, kabuğa yakın yerde 2000 C0 olan akkor halde bir sıvıdır. Moleküllerin çekimi her zaman var. Bu nedenle basınç da sürekli var. Sürekli basınç, sürekli olarak bir ısı enerjisi yaratıyor. Bu ısı enerjisi, ısı kimliği ile magmanın ısısına sürekli olarak ısı katıyor, enerji kimliği ile oluşturduğu birimlerle de madde olup sürekli olarak magmaya katılarak magmanın hem kütlesini hem de hacmini arttırıyor.                                                                                          

Magma, basıncın arttırdığı ısısı ile zaten bir hayli incelmiş olan kabuğu içeriden eritip kendine katıyor, basıncın yarattığı ısının enerjisinin maddeye dönüşerek arttırdığı hacmi ile de kabuğu zorlayarak bulduğu veya açtığı deliklerden yüzeye çıkıyor (yanardağ lav püskürüyor). Çıkamadığı veya çıkmasının yeterli olmadığı hallerde kabuğu zayıf yerlerinden çatlatıp (deprem oluyor) kabuk içinde yol alarak dışarı sızıyor.

İşte; magmanın, bulunduğu yerden kabuğu ısıtması, dışarı çıktığı veya sızdığı durumlarda da kabuğun içi ve yüzeyi ile atmosferi ısıtması nedeniyle Dünya, “küresel ısınma” adı takılmış, geometrik dizi hızı ile artan bir ısınma ile karşı karşıyadır.

Bu ısınmayı önce Venüslüler, sonra da Marslılar yaşadılar.  Şimdi Venüs kızarmış durumda, Mars da kızarmak üzeredir. Yani, Venüsde ve Marsta şu an ne hayvansal ne de bitkisel bir canlı var. Zaman içinde önce yanar kütle (Güneş gibi hidrojen ve helyumdan ibaret), sonra yoğun kütle (Kara Delik gibi çekirdeklerden ibaret) sonra en yoğun kütle(Dev gibi sadece elektronlardan ibaret) olacak ve sonra da ulupata(big bang) uğrayacaklar. Dünya da onları zamanca biraz geriden izleyecek.

Isınmanın tehlikeli boyuta geldiğini anlayan Venüs’ün en ileri teknolojiye sahip ülkesinin uyanık lideri çocuklarını, karısını(doğurma şansını yitirmiş veya dırdırından bıkmış ise karısını bırakıp körpe metresini almayı tercih etmiştir), uzay aracını kullanmaya yeterli miktarda teknik personeli, yaşlı olmamak üzere en iyilerinden bir-iki doktoru, ilaçlar konusunda uzman bir kimyageri, bir botanikçiyi ve yeni gezegende zaruri olarak ihtiyaç duyabileceği bir-iki uzmanı daha yanına alarak, hazır tuttuğu bir ya da birkaç uzay aracı ile kapağı Dünya’ya atmış olacak ki mantar gibi ortaya çıkmış bir aşırı medeniyete rastlıyoruz; Atlantis ülkesi. Onlardan sonra da, Mars’lılardan birkaç küçük grup başka medeniyetler yarattı; Mezopotamya ve Mısır medeniyetleri gibi.

Venüs’ün ve Mars’ın ileri teknolojiye sahip ülkelerinin liderleri şanslı idiler; kendi gezegenlerine benzeyen(üç kabuklu) bir gezegen, hem de kendi yaşadıkları devrin(aşınma devri), yaşamakta oldukları çağının pek az öncesini yaşıyor olarak burunlarının dibinde idi. Onun için uzay araçlarına atladılar ve akşam gezmesine gider gibi Dünya’ya geldiler. Yarıçapı da, atmosfer cinsi, yoğunluğu ve kalınlığı da kendi gezegenlerindekinden pek farklı olmayan Dünya’ya geldiklerinde bir tansiyon problemi bile yaşamadılar. Üstelik kendilerinden çok geri bir medeniyet içinde bulunmakta olan biz Dünya’lılar, bizlere göre çok şey bildiklerini ve olmaz sandığımız şeyleri yaptıklarını görünce onları kendimize tanrı yapıp taptık(yiğitlik bizde kalmış; nasıl olsa taptırırlardı).

İktidarının zamanında olacağını sandığı kıyamet koparken Yani, Dünya’nın yoğun nüfus barındıran deniz kenarlarındaki yerleşme merkezlerinin orta kuşakta olanlarında bile temmuz ayı ortalama ısısı 50 C0 ye ulaştığında peygamberlerini uzayda karşılama uyutmacası ile Dünya’dan kaçmaya çalışacak olan bizim gezegenimizin ileri ülkelerinin uyanık yöneticilerinin böyle bir şansları yok. Dünya’mızın yapısındaki gezegenlerden Venüs kızardı, Mars kızarmak üzere, Plüton varılamayacak(bu günkü teknik ile 32 yıllık) mesafede. Sağ olarak varılsa da, Plüton’un buzul çağını yaşaması için bile birkaç on bin yıl lazım. Satürn’ün uydusu Titan ise, Plüton’dan da geri zamanda. Diğer gezegenler ise Dünya’mızdan ortalama 6000 kat daha az yoğun yapıdaki maddelerden oluştuğu için gidilmesi bir yarar sağlamaz. Çünkü orada yiyebilmemiz için bir buğday tanesi ne olabilecek, ne de oluşturulabilecek. Ayrıca atmosferi ne azot ve oksijen içeriyor, ne de bizim ki kadar kalın. Kısa bir zaman için orada bulunmak zorunda kalıp da gezegene inen Dünyalı, gezegenin maddelerinden ortalama 6000 kat hacimsel küçüklükte ve fakat 17 kat ağırlıktaki vücuduyla bataklığa girmiş gibi olacak. Gömülüp gidecek.                                                                                          

Sıçrama tahtası olarak Ceres’i kullanmayı düşünmek ise hüsran yaratır. Zira; Ceres, Merkür gibi 2 kabuklu. Yani, Dünya’dakinden ortalama 6000 kat küçük hacme, 17 kat fazla özgül ağırlığa sahip maddelerden oluşuyor ve yüzey çekimi Dünya’dakinin 17 katı. Bu gezegene inen Dünya’lının hem kendi hem de aracı yüzeye yapışır kalır. 

Uyanık yöneticilere ayrıcalıklı şans bu. Bizim ki ise; yükseklere çıka çıka ve birbirimizi yiye yiye bitireceğimiz bir hayat. Tabii büyük ihtimal ile, istemeseler de ancak başarabilirlerse uyanık yöneticiler de geri dönüp bize katılacaklar.

Özetle; Dünya, üç kabuklu sıradan bir gök cismidir. Hiçbir yerden kopmamıştır. Kabuk yüzeyi ve atmosferdeki ısı artışının, artan karbon di oksit gazının sera etkisine ve incelmekte olan ve bazı yerlerinin de delinmiş olduğu ozon tabakasının güneş ışınlarını soğurmasının azalmasına bağlanması bir oyalamacadır.                                                                                

Dünya’nın orta bölgesinin akkor oluşu, henüz akkorlaşmamış 26,5 km. kalınlığındaki kabuk ile birlikte tüm magmanın uyguladığı, kabuğun hemen altında bile metre kareye 40000 tonluk basınç nedeniyledir. Bu sürekli basınç, yarattığı ısı enerjisinin ısı kimliği ile durmaksızın magmanın ısısına ısı katmakta, enerji kimliği ile de madde oluşturarak katıldığı magmanın hem kütlesini hem de hacmini arttırmaktadır.

Magma, artan(en az 2000C0) ısısı ile en kalın yeri 26,5 km olan kabuğu iç taraftan sürekli olarak eriterek kendine katmakta, artan hacmi nedeniyle de bulduğu veya açtığı deliklerden, bunun yeterli olmadığı hallerde çatlattığı zayıf yerlerden kabuk içine yayılmakta, bazen de kabuk yüzeyine çıkmaktadır.                                                                                              

İç kısımdan eritme yaratan alttan ısıtması, çatlattığı yerlere girerek içten ısıtması ve yüzeye çıktığında da üstten ısıtması nedeniyle magma, giderek incelen kabuğun ısısını geometrik dizi şeklinde arttırmaktadır.                                                           

Venüs ve Mars gezegenlerinin yaşamış olduğu,  Dünya’nın da henüz yaşamaya başladığı “Küresel ısınma” adı ile anılan “GİDEREK ARTAN ISINMA” budur.

ZAMAN BİRİMLERİ

Zaman yaşamımızda önemli role sahiptir. Öyle ki; O’nu Evren’in dördüncü boyutu olarak görmekteyiz. Doğal olarak; O’nu yaşarken de, tanımlarken de birimlerine gereksinimiz olmuş.

Matematiksel olarak her konudaki birimlendirmelerde bir ana birim edinmiş, o ana birimin tam bir tanımlanmasını yapmış, sonra da o ana birimin alt ve üst birimlerini belirlemişiz. Zamanı birimlendirmede ise, tek ana birim düşüncesinden ayrılarak çift ana birim belirlemiş ve tanımlamışız; Dünya’nın kendi etrafında bir tam tur için geçen zamanı bir ana birim (GÜN), Dünya’nın Güneş etrafındaki bir tam turu için gereken zamanı da bir başka ana birim(YIL) olarak kabullenmişiz.                                                                                                                             

Birinin diğerinin kaç katı olduğunu belirtmekte birlikte, bu ana birimleri birbirinden bağımsız olarak görmüş, büyüğünün ve küçüğünün katlarını matematiksel olarak tanımlayıp kullanmışız.

YIL ve GÜN arasına ise; iklimsel olarak bölümleme yaparak mevsimleri, Dünyamız ile ilgili üçüncü uzaysal olgu olan Ay’ın Dünya etrafındaki turuna da zamansal birim kimliği bağışlama çabası ve fakat benzetme usulü ile ayları ve günün yedi katı olmaktan başka tanımlaması olmayan bir zaman birimi olan haftayı yerleştirmişiz.

Ben zaman ana birimi olarak ÖZ’ün titreşiminin bir adımlık süresinin alınmasını isterdim. Çünkü Evren’in nüvesi O dur ve tüm hal, şart ve ortamlarda titreşim miktarı ve zamanının değişmezlik karakteri vardır. Fakat şimdilik bunu konu etmeyeceğim. Zira, Dünya’mızın ömrünün şu son zamanlarında at değiştirmek en azından vakit kaybettirici.

1 GÜN, Dünya’nın kendi etrafındaki bir tam dönünün gerektirdiği zaman dilimidir. Bu zaman diliminin başlangıç ve bitimi, yalnız insan değil tüm canlı hayatı için önemli olan zamansal durak noktalarıdır; hayvansal canlılar aydınlık zamanda çalışıp besleniyor, yeniden çalışıp beslenebilmek için yıpranmış  ve yorulmuş beden ve beyinlerini karanlık zamanda onarıyor ve dinlendiriyorlar. Bitkisel canlılar da aydınlık zamandaki güneşin ışınları ile özümleme yapıp gelişiyor, sonra da özümleme yaparken biriken karbon dioksitten güneşin görünmediği karanlık zamanda arınıyorlar.  

1 YIL, Dünya’nın Güneş etrafındaki bir tam dönü için geçen zaman dilimidir. Hayvansal canlı beslenmesine yarayan bitkilerin yaşamının ekim/dikim, hasat/kesim gibi önemli olaylarını birer kere içinde bulundurmaktadır. Bu zaman diliminin başlangıç ve bitimi, hem hayvansal hem de bitkisel canlılar için önemli zamansal durak noktalarıdır; bitkiler ömürlerini bu zamansal birimi tekrarlayarak, hayvanlar da yaşamlarını bu zaman birimlerine göre programlayarak sürdürmektedir.

YIL ve GÜN ana biriminin alt birimlerinin hem sürelerinin hem de başlangıç ve bitimlerinin tanımlanmasında bazı düşüncelerim var. Önce, Ayların süreleri ile başlangıçları hakkındaki düşüncelerimi belirteceğim:                                                                                                                     

Mevsimlerin ortaları; eşit gün/tün, en uzun gün/tün gibi gün dönümü noktalarıdır. Ancak dünyamızın ısı değişimlerini ortalama 24 gün geç algıladığı var sayıldığından mevsimlerin ortaları gün dönümü noktalarından yaklaşık 24 gün sonra olmaktadır. Her mevsimden bir sonrakine geçişte, bütün kütlesi ile Dünyamız yavaş yavaş ısınabilmekte ya da yavaş yavaş soğuyabildiğinden yörüngesel zamandan iklimsel zamana yaklaşık olarak 24 günlük bir faz farkı ile geçebilmektedir. Örneğin; Güneş ışınlarının ekvatora tam dik olarak geldiği zaman en sıcak gün olması gerekirken, Dünya’nın koca kütlesi henüz kışın soğuğunu tam olarak üzerinden atamadığından yılın en sıcak günü yaklaşık olarak 24 gün kadar sonra olmaktadır. Buna göre;                                                     

21 Mart’dan 24 gün sonraki 14 Nisan; İLKBAHAR mevsiminin ortası,
21 Haziran’dan 24 gün sonraki 15 Temmuz;  YAZ mevsiminin ortası,
23 Eylül’den 24 gün sonraki 16 Ekim; SONBAHAR mevsiminin ortası,
21 Aralık’dan 24 gün sonraki 14 Ocak; KIŞ mevsiminin ortası olmaktadır.

Mevsimlerin başlangıç ve bitimleri bu olguya göre atanmalıdır.

Yılın 12 de birini bir ay olarak tanımlamakta ve; Ocak ayını 31 gün, Şubat ayını 28(4 yılda bir 29) gün, Mart ayını 31 gün, Nisan ayını 30 gün, Mayıs ayını 31 gün, Haziran ayını 30 gün, Temmuz ayını 31 gün, Ağustos ayını 31 gün, Eylül ayını 30 gün, Ekim ayını 31 gün, Kasım ayını 30 gün ve Aralık ayını 31 gün olarak kabul etmekteyiz.                                                                

Belki Dünya, Güneş etrafındaki dönüşü sırasında Karadelik’in aksi tarafından O’na doğru her zamankinden hızlı giderken az zamanda fazla yol alacağından yaz ayları daha az günlü, turun Karadelik tarafında O’ndan her zamankinden daha yavaş uzaklaşırken  çok zamanda az yol alacağından kış ayları daha çok günlü olarak tanımlanabilirdi. Ancak buna uygun bir tanımlama olmadığına göre; ayların sürelerinin neden bu kadar olarak kabul edildiğinin mantıklı bir açıklaması yoktur.

Bu nedenle ayların sürelerinin hiç olmazsa bir düzen içinde belirlenmesi uygun olacaktır. Buna göre; 5 adet ayın 31 gün, 7 adet ayın da 30 gün sürmesi, dört yılda bir ise; 6 adet ayın 31 gün, 6 adet ayın da 30 gün sürmesi, yani; Ocak ayının 30, Şubat ayının 31, Mart ayının 30, Nisan ayının 31, Mayıs ayının 30, Haziran ayının 31, Temmuz ayının 30, Ağustos ayının 31, Eylül ayının 30 Ekim ayının 31, Kasım ayının 30, Aralık ayının 30(4 yılda bir 31) gün olması en azından matematiksel olacaktır.

Yılın başlangıcının da bir mevsimin başı olması gerekir. Aksi halde yılın mevsimlere ve aylara bölünmesi ne iklimsel, ne de yörüngesel olarak doğru olacaktır. Yılın başlangıcının olması gereken yere alınması İsa’nın değerine zarar vermez. O’nun doğumu yine özel bir tarih olacak ve yine O’nun yaydığı dini resmi din saymış devletler doğduğu günü bayramlaştırıp kutsallaştırabilecek ve İsa’yı bu gündeki anmalarla yüceleştirmeyi sürdürebileceklerdir. Ayrıca yılın iklimsel olarak bölümlerinin matematiksel düşünce ile değerlendirilmesi; bir inanış biçiminin değil de, tüm inanış biçimlerinin ilme dayalı ortak kararı uygulamasına yükselterek, takvimi gerçekten evrenselleştirecektir.

Bu düşünceler ışığında yılın bölümleri, iklimsel olarak, EK-A uyarınca EK-B şeklinde olmalıdır.

Asıl zaman birimi olan GÜN’ün alt birimlerine gelince;                                                             

Saat: Günün yirmidörtte biri olarak kullanılmaktadır. Her hangi bir mantık içermemektedir. Ancak; alternatifi olacak bir sav da yoktur.                                                                                     

Dakika: Saatin altmışta biridir. Sadece kendisi için bir tanımlama yoktur(.. cismin .. ısıda .. m uzaması için gereken zaman 1 “dakika”dır gibi), bir mantık da içermemektedir. Bir açınım yaparsak; 60,  5 adet 12 dir. 12, gün/saat ilişkisi olan 24 ün yarısıdır. Peki ya 5? Hiçbir şey değil. Ayrıca asal. Yani matematiksel işlemleri kilitler. 12 yi kendisinin yarısı yani 6 ile katlamak göze de, kulağa da, matematiğe de hoş gelir.  Kısaca; “dakika” saatin altı kere 12, yani yetmişikide biri olmalıdır.                 

Aynı mantıkla saniye dakikanın, salise de saniyenin yetmişikide biri olmalıdır.                

Zaman birimlerinin süreleri ile başlangıç ve bitim noktaları hakkında düşüncelerimi belirttim. Bir de adlarından söz edeyim: Türkçe zaman adları Farsçadan devşirmedir. İranlılar Arapların toplanıp görüşme gününe Cuma, bundan sonraki güne cumanın ertesi(cumartesi), alış veriş gününe pazar,  ondan sonraki güne pazarın ertesi(pazartesi)demişler. Geri kalan üç güne de alış veriş gününü haftanın başlangıcı sayarak; üçüncü güne seli(üçlü) yani; salı, dördüncü güne çarşamba(cıhar şembe), beşinci güne de perşembe(pençşembe) adını vermişler.

Biz ise; şu adlarla ansak hem matematiksel bir tanımlama yapmış oluruz, hem de isimler kendimize ait, yani öz malımız olur.              

Pazartesi   = BİGÜN  (haftanın birinci iş günü),
Salı           = İGÜN     (haftanın ikinci iş günü),
Çarşamba = ÜGÜN    (haftanın üçüncü iş günü),
Perşembe  = DÖGÜN (haftanın rdüncü iş günü),
Cuma       = BEGÜN  (haftanın beşinci iş günü),
Cumartesi= AGÜN    (haftanın altıncı ilk yarısı toplanıp görüşme, ikinci yarısı alış veriş günü),
Pazar        = YEGÜN (haftanın yedinci dinlenme günü).

Mevsim ve ay adlarının da şöyle olmasını isterdim:                                                           

İlk bahar  : ÖNBA   (baharın “ön”de olanı),
Yaz          : YAZ,     (“ISILI” –yani; sıcak-da olabilirdi)
Sonbahar : SONBA (baharın “son”da olanı),
Kış           : KIŞ        (“ISISIZ” –yani; soğuk-da olabilirdi),   

Yani, sırası ile; ister önba, yaz, sonba, kış olsun, ister önba, ısılı, sonba, ısısız olsun.

Ocak      : İLKAY  (yılın ilk ayı),
Şubat     : DİKAY  (ülkemizin de içinde bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda fidan dikim ayı),
Mart       : YAPAY (ülkemizın de içinde bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda bağ yapım ayı),
Nisan     : EŞAY    (ülkemizin de içinde  bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda yazın ik ayı),
Mayıs    : YAZAY (ülkemizin de içinde  bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda en etkin yaz ayı),
Haziran  : BİÇAY  (ülkemizin de içinde  bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda tarım ürünü biçme ayı
Temmuz : SÜRAY (ülkemizin de içinde  bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda tarla sürme ayı),
Ağustos  : EKAY   (ülkemizin de içinde  bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda tohum ekim ayı),
Eylül      : BOZAY(ülkemizin de içinde  bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda bağ bozum ayı),
Ekim      : GEÇAY(ülkemizin de içinde  bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda kışa geçiş ayı),
Kasım    : KIŞAY (ülkemizin de içinde  bulunduğu “medeniyetler kuşağı” nda en etkin kış ayı),
Aralık    : SONAY(yılın son ayı).

Sonuç olarak;                                                                                                                      

Yılbaşının ilkbahar başlangıcına alınmasının, ay sürelerinin sıralaşmalı olarak 30 ve 31gün olmasının, artık günün yıl sonuna konmasının doğru olacağını,                           

Mevsim, ay ve gün adlarının anlaşılır şekle sokulmasının daha anlamlı olacağını,     

Günün alt birimlerinin ise onikidelik sisteme uygun hale getirilmesinin daha matematiksel olacağını düşünüyorum.

 

Sıra No Sembol Element Adı Atom Ağırlığı Yoğunluk Atom Y.Çapı Değerlik
1 H Hidrojen 0.1 37 1
2 He Helyum 0.2 140 0
3 Li Lityum 0.5 152 1
4 Be Berilyum 1.9 111 2
5 B Bor 2.3 79 3
6 C Karbon 3.5 77 4
7 N Azot 1.2 54 -3
8 O Oksijen 1.3 60 -2
9 F Flor 1.6 70 -1
10 Ne Neon 0.8 150 0
11 Na Sodyum 1.1 185 1
12 Mg Magnezyum 1.7 159 2
13 Al Aluminyum 2.7 143 3
14 Si Silisyum 2.3 117 4
15 P Fosfor 1.8 110 5
16 S Kükürt 2.1 103 6
17 Cl Klor 3.1 99 -1
18 Ar Argon 1.7 180 0
19 K Potasyum 0.9 227 1
20 Ca Kalsiyum 1.5 197 2
21 Sc Skandiyum 3.1 160 3
22 Ti Titanyum 4.5 144 4
23 V Vanadyum 6.1 131 5
24 Cr Krom 7.1 124 3
25 Mn Manganez 7.4 136 2
26 Fe Demir 7.9 124 3
27 Co Kobalt 8.9 125 2
28 Ni Nikel 8.9 124 2
29 Cu Bakır 8.9 127 2
30 Zn Çinko 7.1 133 2
31 Ga Galyum 5.9 122 3
32 Ge Germanyum 5.3 122 4
33 As Arsenik 5.7 124 3
34 Se Selenyum 4.2 116 4
35 Br Brom 3.1 114 -1
36 Kr Kripton 3.5 190 2
37 Rb Rubidyum 1.5 247 1
38 Sr Stronsiyum 2.6 215 2
39 Y Itriyum 4.5 177 3
40 Zr Zirkonyum 6.5 159 4
41 Nb Niobyum 8.6 142 5
42 Mo Molibden 10 136 6
43 Tc Teknesyum 12 135 7
44 Ru Rutenyum 13 132 3
45 Rh Rodyum 12 134 3
46 Pd Palladyum 12 137 2
47 Ag Gümüş 10 144 1
48 Cd Kadmiyum 8.6 148 2
49 In Indiyum 7.3 163 3
50 Sn Kalay 7.3 140 4
51 Sb Antimon 6.7 145 3
52 Te Tellur 6.3 143 4
53 I Iyod 4.9 133 -1
54 Xe Ksenon 5.5 210 2
55 Cs Sezyum 1.9 266 1
56 Ba Baryum 3.65 217 2
57 La Lantan 5.6 187 3
58 Cr Seryum 6.8 183 3
59 Pr Prazodim 6.5 182 3
60 Nd Neodim 7.1 181 3
61 Pm Prometyum 7.2 163 3
62 Sm Samaryum 7.5 162 3
63 Eu Oropyum 5.3 200 3
64 Gd Gadolinyum 7.9 179 3
65 Tb Terbiyum 8.3 176 3
66 Dy Disprosyum 8.6 175 3
67 Ho Holmiyum 8.8 174 3
68 Er Erbiyum 9.1 173 3
69 Tm Tulyum 9.3 172 3
70 Yb Itterbiyum 6.9 194 3
71 Lu Lutesyum 9.8 172 3
72 Hf Hatniyum 13.3 156 4
73 Ta Tantal 16.7 143 5
74 W Volfram 19.3 137 6
75 Re Renyum 21 137 7
76 Os Osmiyum 23 134 4
77 Ir Iridyum 23 136 1
78 Pt Platin 21 137 2
79 Au Altın 19 144 3
80 Hg Cıva 14 150 2
81 TI Talyum 12 170 1
82 Pb Kurşun 11 175 2
83 Bi Bizmut 9.8 156 3
84 Po Polonyum 9.2 167 4
85 At Astatin 145 -1
86 Rn Radon 9.2 2
87 Fr Fransiyum 1
88 Ra Radyum 5.5 2
89 Ac Aktinyum 10 188 2
90 Th Toryum 12 180 2
91 Pa Protaktinyum 15 156 2
92 U Uranyum 19 139 2
93 Np Neptunyum 20 130 2
94 Pu Plutonyum 20 151 2
95 Am Amerikyum 14 2
96 Cm Kuriyum 14 2
97 Bk Berkelyum 13.3
98 Cf Kaliforniyum 15
99 Es Aynştaynyum
100 Fm Formiyum
101 Md Mendelevyum
102 No Nobelyum
103 Lr Lavrensiyum
104 Rf Ruterfordiyum
105 Db Dubniyum
106 Sg Seborjiyum
107 Bh Bohriyum
108 Hs Hasiyum
109 Mt Maytneryum
110 Uun
111 Uuu
112 Uub
113
114 Uuq
115
116 Uuh
117
118 Uuo
119 Tra
120 Trb
121 Trc
122 Trd
123 Tre
124 Trf
125 Trg
126 Trh
127 Tri
128 Trj
129 Trk
130 Trl
131 Trm
132 Trn
133 Tro
134 Trp
135 Trq
136 Trr
137 Trs
138 Trt
139 Tru
140 Trx
141 Trv
142 Trw
143 Try

Mutlak Yarıçap (M.Y): $r_1 = \sqrt{12}{r} = 3.46 r$

Etkin Yarıçap: $r_2 = \sqrt{12}{r} + \sqrt{12} \frac{r}{2} = \frac{3 \sqrt{12} r}{2}  = 1.5 M.Y$

Bağıl Yarıçap: $r_3 = \frac{L}{2} = 6 r =  3 M.Y$

Bireyler Arası: $L = L = \sqrt{12} r =  6 M.Y$

 

Mutlak Yarıçap: Yüzeyi alt bireylerin merkezlerinden geçen kürenin yarıçapıdır ($2\sqrt{3}r$).
Alt bireyleri olmayan ÖZİZ’in mutlak yarıçapı ise EZ’in mutlak yarıçapının $\frac{1}{2}\sqrt{3}$ ‘üdür.

Etkin Yarıçap:
Yüzeyi kendisine yanaşan alt birey ile bünyesindeki alt bireyin merkezlerini birleştiren doğrunun orta noktasından geçen kürenin yarıçapıdır ($3\sqrt{3}r$). Mutlak Yarıçapın 3/2 katıdır. Yalnız haldeki bireylerin, kendinden küçük bireyler için son yaklaşma sınırıdır.


Bağıl Yarıçap:
Yüzeyi kendisine yanaşan eşidi bireylerin merkezleri ile kendi merkezini birleştiren doğrunun orta noktasından geçen kürenin yarıçapıdır ($6 r$). Mutlak Yarıçapın $\sqrt{3}$ katıdır. Çekirdek içindeki bireyin yarıçapıdır. Çekirdek içi hacim hesaplarında bu yarıçap kullanılır.

 

 

 

ÇEKİRDEKLERLE UYUÇLAR ARASINDAKİ ÇEKİM

Bilgiler:

m = n*E $$d = \frac{L}{R}$$

(Ez) $$m_{0} = 1 Ez$$ (Ez) $$r_{0} = r_{0}$$
(Eriz) $$m_{1} = 12 Ez$$ (Eriz) $$r_{1} = \sqrt{12}r_0$$
(Erez) $$m_{2} = 144 Ez$$ (Erez) $$r_{2} = {12}r_0$$
(Ez-Ez) $$L_{00} = (\sqrt{12}r_0)$$ (Eriz-Eriz) $$L_{11} = \sqrt{12}(\sqrt{12}r_0)$$
(Ez-Eriz) $$L_{01} = 12(\sqrt{12}r_0)$$ (Eriz-Erez) $$L_{12} = {12}({12}r_0)$$
(Ez-Erez) $$L_{02} = 144(\sqrt{12}r_0)$$ (Erez-Erez) $$L_{22} = \sqrt{12}(\sqrt{12}r_0)$$

Çözümleme:

Ez’in Ez’i Çekimi $$F_{00} = \frac{m_0}{d_0^2}$$

$$=\frac{Ez}{(\sqrt{12})^2}$$ $$=\frac{Ez}{12}$$
Ez’in Eriz’i Çekimi $$F_{01} = \frac{m_0}{d_1^2}$$

$$=\frac{Ez}{({12})^2}$$ $$=\frac{Ez}{144}$$
Ez’in Erez’i Çekimi $$F_{02} = \frac{m_0}{d_2^2}$$

$$=\frac{Ez}{({144}^2)}$$ $$=\frac{Ez}{20736}$$
Eriz’in Ez’i Çekimi $$F_{10} = \frac{m_1}{d_1^2}$$

$$=\frac{12Ez}{({12}^2)}$$ $$=\frac{Ez}{12}$$
Eriz’in Eriz’i Çekimi $$F_{11} = \frac{m_1}{d_0^2}$$

$$=\frac{12Ez}{(\sqrt{12})^2}$$ $$={Ez}$$
Eriz’in Erez’i Çekimi $$F_{12} = \frac{m_1}{d_2^2}$$

$$=\frac{12Ez}{({12}^2)}$$ $$=\frac{Ez}{12}$$
Erez’in Ez’i Çekimi $$F_{20} = \frac{m_2}{d_2^2}$$

$$=\frac{144Ez}{(144^2)}$$ $$=\frac{Ez}{144}$$
Erez’in Eriz’i Çekimi $$F_{21} = \frac{m_2}{d_1^2}$$

$$=\frac{144Ez}{(12^2)}$$ $$={Ez}$$
Erez’in Erez’i Çekimi $$F_{22} = \frac{m_2}{d_0^2}$$

$$=\frac{144Ez}{(\sqrt{12})^2}$$ $$=12{Ez}$$

Sonuç:

(Ez-Erez) $$F = F_{02}+F_{20}$$

$$=\frac{Ez}{20736}+\frac{Ez}{144}$$ $$=\frac{145 Ez}{20736}$$
(Ez-Eriz) $$F = F_{01}+F_{10}$$

$$=\frac{Ez}{144}+\frac{Ez}{12}$$ $$=\frac{13 Ez}{144}$$
(Eriz-Erez) $$F = F_{12}+F_{21}$$

$$=\frac{Ez}{12}+{Ez}$$ $$=\frac{13 Ez}{12}$$